Fotoğraf Afrika'daki açlığı çok net ve acı bir biçimde vurguluyor. Bu küçük afrikalı çocuk bir kilometre öteki Birleşmiş Milletler yardım kampına yürürken artık açlıktan bitap düşmüş. Daha da kötüsü arkasında onun ölmesini bekleyen bir akbaba var... Fotoğraf 1994 yılında Somali'de Amerikalı bir gazeteci olan Kevin Carter tarafından çekilmiş ve Kevin Carter bu fotoğraf ile "Pulitzer ödülünü" kazanmış. Hikayenin en acı tarafıysa Kevin Carter Somali'den dönünce bir süre bu çocuğu araştırmış fakat bulamamış. Orada gördüklerinden çok etkilenen Amerikalı gazeteci bir süre sonra derin deprosyana girmiş ve 3 ay sonra hayatına son vermiş.

29 Ekim 2009 Perşembe

TEKİLA'NIN TARİHİ

TEKİLA
Tekila nereden geliyor?
1997 yılında tekila üreticisi Jesus Lopez Roman, gangster filmlerini aratmayacak bir cinayete kurban gittiğinde, yaslı eşli Carmelita Roman yaptığı basın açıklamasında, “Tekila Meksika’dır; bizi bir kültür olarak tanımlayan tek üründür” demişti.
Tekila ve atası mezkal’in, ülke tarihinde ve kültüründeki yerine değinmeden Meksika’yı anlamak neredeyse olanaksızdır. Ortaya çıkışı İspanyol istilasına dayanan, on dokuzuncu yüzyılda (1821), Meksika bağımsızlığını kazanırken İspanyol aristokratların tercihi Fransız şampanyası yerine devrimcilerin ulusal gururun simgesi olarak benimsemesiyle yıldızı parlayan, 1930’lu ve 40’lı yıllarda çekilmiş Meksika filmleriyle “egzotik içki” olarak dünya yolculuğu başlayan tekilanın tarihi, en az ülkesinin tarihi kadar fırtınalı.
Tekilanın tarihi,
İspanyolların on altıncı yüzyılda Meksika’ya ulaşmasıyla başlar. Conquistador’lardan (İspanyol kaşifler) damıtma tekniğini öğrenen Aztek halkı, kısa sürede geleneksel içecekleri olan mavi agave bitkisinin kökünü damıtarak tekila üretmeye başladı ve böylece Kuzey Amerika kıtasının ilk damıtılmış ve ticari olarak üretilen içkisi elde edildi. Bir bakıma iki kültürün karşılaşmasının ürünüdür tekila.
Amerika kıtasının içeceği Avrupa kıtasının yöntemiyle işlenerek tekila elde edilir. Tekila yaygın bir yanlış inanışla kaktüs rakısı diye bilinse de asıl hammadesi olan agave, Türkçe’de sabır ya da sabırlık olarak adlandırılan, nergisgiller familyasındandır. Kurak ve yüksek iç bölgelerde yetişen agave yeterli olgunluğa ulaştığında dış yaprakları kesilip atıldıktan sonra, dev bir ananası andıran kök yumrusu kabaca doğranır. Bitkinin iç kısmının ağırlığı 30 ile 100 kilo arasında değişmektedir. Doğranan iç kısım, buhar basıncıyla haşlanır, soğutulup yıkanır ve presten geçirilerek suyu elde edilir. Bu öze maya ve şeker eklenmesiyle fermentasyon sağlanır. İki kez klasik imbiklerde damıtılan bu içki, üretilecek tekilanın türüne göre meşe fıçılarda dinlendirilerek ya da hemen şişelenip satışa sunulur.
Tekila nasıl içilir
Bir elinizde limon dilimi ve tuz, diğerinde shot bardağıyla tekila içmek, Meksikalılara göre Hollywood filmlerinin etkisinde kalan gringoların işi. Meksikalılar bu değerli içkiyi hakkını vererek, oda sıcaklığında sek olarak ve yavaş yavaş yudumlamayı tercih ediyorlar. “Caballito” adı verilen ince uzun ve oldukça ağır bardaklar özel olarak tekila için üretilmiş.
Blanco ve Reposado’nun yanında, sangrita denilen, tuz ve biber eklenmiş domates ve portakal suyu karışımı da sunulabiliyor.
Tekila birçok kokteylde de kullanılıyor.
TEKİLA ( TEQUILA )
Kaktüs görünümlü fakat müge cinsli bir bitki olan AGAVE adlı bitkiden üretilir.
TEKİLA ÇEŞİTLERİ
* Silver : 1 - 2 ay dinlenmiş (benim favorim olmega silverdır bu arada)
* Reposado : 2 - 6 ay dinlenmiş
* Anejo : 1 - 3 yıl dinlendirilmiş
TEKİLA MARKALARI
* Tequila Sauza
* Tequila Cuervo
* Tequila Herredura
POPÜLER TEKİLA SERVİS ŞEKLİ
Meksikalılar bu içkiyi bir eline tuz ve limon diğer eline de sek olarak içkisini alarak, bir tuzdan, bir limondan yalayıp bir içkisini yudumlayarak içer.
Ayrıca sıcak domates suyu ile birlikte de içerler.(alıntı)

VİSKİ'NİN TARİHİ

VİSKİ

Viski, Kelt dilinde, ab-ı hayat ya da hayat suyu anlamına Helen “usquebaugh” ( İskoç Keltçesinde “uisce beathadh”, İrlanda Keltçesinde “uisge beatha”) sözcüğünden gelir. Viski, 15. yüzyıldan bu yana ( daha e eski de olabilir), tahıl ( hububat) maltının önce mayalandırılıp sonra damıtılması ile üretilir. İskoçya, İrlanda, Kanada ve ABD viskiyi en çok üreten ülkelerdir.
Alkol ; nişasta ya da şeker içeren tüm meyve ve sebzelerden, mayalanma ve damıtma yöntemleriyle üretilir. Daha teknik bir anlatımla, alkol, nişastanın şekere dönüştürülmesi sonucu, glikoz çözeltilerinin mayalanmasıyla ve mayalanmış özlerinin damıtılmasıyla üretilen sıvıdır. Mayalanma ( tahammür/fermantasyon) ; Organik maddelerin, kimi mikroorganizmalarca salgılanan enzimler etkisiyle uğradığı değişikliktir. Damıtma ( taktir/distilasyon) ; Bir sıvının önce buharlaşıp, sonra tekrar yoğunlaştırılarak sıvı haline dönüştürülmesidir. Damıtmak için eskiden basit imbikler kullanılırken, teknolojinin gelişmesine koşut endüstriyel imbikler, atmosfer basıncı yöntemi ve vakum yöntemleri kullanılmaktadır.
Damıtma yöntemiyle üretilen içkiler şaraptan ya da mayalanmış meyve, sebze ve nişastalı bitkilerden üretilirler. Brendi, cin, konyak, rakı, rum, tekila, viski, votka ve bazı likörler gibi. Yani, viski hububat maltı mayşesinin fermantasyondan sonra damıtılarak meşe fıçılarda dinlendirilmesiyle elde edilen en az %40 alkol içeren damıtılmış içkidir.

VİSKİNİN YAPILIŞI

Malt, su ile karıştırılarak mayalanmaya bırakılır. Ve mayalanma sonucunda “wash”ın (bir tür bira) elde edilir. “wash”ın damıtılmasıyla litrede %80’e ulaşan alkol oranı, su eklenerek genellikle %43’e dönüştürüldükten sonra, serin yerlerdeki dinlendirme fıçılarına alınır. Dinlendirme süresi birkaç yıl olabileceği gibi, 20 yıldan fazla da olabilir. Dinlendirme süreci bitiminde, alkolün uçucu özelliğinden dolayı, fıçıdaki viski belirli azalır. Viski üreticilerince, bu azalma meleklerin payı olarak adlandırılır. Daha sonrada şişelenir. Türkiye’de Telek tarafından 1957’den bu yana Ankara Viskisi ( 43° ), arpa maltı ve pirinç kullanılarak üretilmektedir.

VİSKİ ÇEŞİTLERİ

( Üretildiği Ülkeye Göre ) 1. Scotch Whisky ( İskoç Viskisi)
İskoçya denilince akla ilk Scotch Whisky geliyor. Suyu, toprağı, meşe fıçıları ve üretim yöntemleri ile İskoçya’nın sağladığı tüm kaynaklar viskiyi İskoç kültürünün önemli bir parçası yapıyor. Damıtma sanatının İskoç kıyılarına taşınmasıyla üretilemeye başlayan viski, bugüne kadar çeşitli maceralar atlatıyor. 15002lerde İskoçya’da hemen her aile kendisi için küçük çapta viski damıtımı için sadece üst sınıfa izin veriyor. Ancak böyle bir sınırlama evlerde viski damıtımının önüne geçemiyor. Viskinin yaygınlaşmasıyla evlerdeki bakır imbiklerde viski üreimi köy ve kasabalarda bir yaşam biçimi haline geliyor. Zaman içinde İskoç içkisi İngiltere’ye yeni bir lezzet olarak ulaşıyor. Viski tadı İskoçya dışına yayılmaya başlıyor.

1700’lerin sonlarında İskoç viskisi İngiltere’de o kadar çok tüketilmeye başlıyor ki, cin üreticileri lobisi tarafından hızı kesilmeye çalışılıyor. Fransa ile yapılan savaş sırasında üç katına çıkan vergiler viskicilerin “yeraltına” inmesine sebep oluyor. Kaçak imalat ve satış, viskiye asi İskoç ruhu katıyor. 1823’te vergilerin düşülmesi ve yeni düzenlemelerle yasal viski üretimi tekrar başlıyor. Avrupa kültürünün ivme kazandığı 1800’lü yıllardaki endüstriyel gelişmeler viski damıtıcılarını da özendiriyor. Aeneas Coffey2in iacadı kolonlu imbiklerde 24 saat sürekli damıtım yapılabiliyor. 1800’lerde kadar sadece arpa maltından damıtılan İskoç viskisi 1860’da harmanlanmaya başlanıyor. Viski harmanlamada genellikle en fazla iki ya da üç çeşit tahıl viskisi ile, zaman zaman 40 çeşide varan malt viskisi kullnılır. Her maltın bir diğerinin “sivriliğini” yumuşattığı düşünülür, ve harmanın sonunda ortalama bir tat elde edilir. Viski harmanlamadan sonra hewmen şişelenmez, tatla rının birbirine iyice karışması için birkaç ay daha fıçılarda dinlendirilir.

“Evlenme Süresi” denilen bu arada meşe fıçıların kokusu da viskiyle harmanlanır. Sonra suyla alkol derecesi yüzde 40-43’e indirilerek filtre edildikten sonra şişelenir. Şişe üzerinde yazan viski tarihi harmana giren en genç viskinin tarihidir. İskoç viskisinin ilk kez ne zaman damıtıldığı bilinmemektedir. Yapılan bütün araştırmalar sonucunda ortaya çıkan gerçek; ilk olarak M.Ö. 8002lerde Asya’da denendiği, Mısır kanalıyla Avrupa’ya geldiği yolundadır.

Damıtma sanatının Britanya2ya ne zaman geldiği büyük bir sır olarak kalmıştır. Kesin olarak bilinen ise Antik Keltler bu sanatı uygulamışlar ve elde ettikleri sıvıya da “Uisge Beatha” ( Hayat Suyu ) adını vermişlerdir. Yorgun bedenleri canlandırması, soğuk algınlığına iyi gelmesi ve morali yükseltmesi Keltler tarafından Tanrı’nın bir armağanı olarak kabul edilmiştir. Ne zaman ve nasıl gelmiş olursa olsun,İskoçlar damıtma sanatında mükemmelliğe ulaşmışlar, böylece doğa tarafından cömertçe bağışlanan kaynakları kullanarak yörenin tarihine, kültürüne , geleneklerine işlemiş olan bugünkü viskiyi elde etmişlerdir. İskoçya’da kayda geçmiş en eski damıtım 1494 tarihini taşır.

Bundan 503 yıl önceki maliye kayıtlarında “Keşiş John Cor’a hayat suyu yapmak için 8 ölçek malt” notu bulunmaktadır. Bu miktar 1.500 şişe yapmak için yeterlidir. Böylece anlaşılıyor ki o dönemde damıtma işlemleri için gerekli donanım bulunmamaktaydı Ne var ki, kullanılan ilkle alatler ve bilimsel uzmanlığın olmaması nedeniyle elde edilen içki bazen zararlı bile olabiliyordu.

Zamanla damıtma metotları gelişti ve 16.-17. yüzyıllarda büyük ilerlemeler sağlandı. Bu arada manastırların da kapanması gelişmeyi hızlandırdı. İşsiz kalan rahipler manastırların dışında hünerlerini göstermekten başka çıkar yol olmadığından viski işine daldılar. Böylece damıtma bilgisi büyük hızla yayıldı. Viski o dönemde sağlığın korunması, hayatın uzanması, çiçek hastalığı, felç, kolit ve diğer birçok hastalığa karşı doktorlar tarafından da tavsiye edilerek reçetelere yazılıyordu. İskoçlar beşikten-mezara kadar viskiyi benimsediler. İskoç yaşantısının vazgeçilmez bir parçası haline gelen viski uzun ve soğuk kış aylarında canlandırıcı olarak kullanılırdı, misafirlere sunuldu ve sosyal yaşantısının dostluk simgesi oldu. Gittikçe artan bu popülerliği sonunda İskoç Parlamentosunun da dikkatini çekince, 17. yüzyılın sonunda malt ve viskiye ilk vergiler kondu. Oranlar gittikçe arttırıldı, vergi memurları acımasız davranıldı.

1707 yılında İngiltere ile birleşme anlaşması gerçekleştiğinde askerler yöredeki isyankar kavimler üzerine yürüdü. Damıtıcılar vergilerden kaçmanın çaresini yeraltına inmekte buldular. Maliye deneticileri ile kaçak içki üreticileri arasında uzun ve zaman zamanda kanlı mücadele böylece başladı. Yasalar hem yazılış dili ve hem de kısıtlayıcı katı kuralları yüzünden kaçak imalatçıklara son derece yabancı geliyordu. İskoç halkı kurallara uymamayı o kadar benimsemişti ki, ahlaki bir rahatsızlık duymadığı gibi bunun normal bir işlem olduğuna inanıyordu. 150 yıl süresince Kirk rahipleri kiliselerdeki mihrabın altın büyük depolar yaptırdılar. Hatta kaçak içki tabutların içinde taşınarak istenen yere rahatlıkla götürülüyor, maliye denetçilerinden kaçmak için akla gelen bütün yollar deneniyordu.

1777 yılında Birleşik Krallık’ta Edinburg şehrinde sadece 8 ruhsatlı damıtımevi vergi verirken 400 kaçak imalathane sahiplerinin kişisel çıkarlarına hizmet veriyordu. Bu sayı İskoçya2nın yine de dağlık yöreleri ve adalardaki kaçak imalathanelerin sayısına göre çok azdı. Kaçak imalathaneler tepelerin girinti-çıkıntılarına kurnazca yerleştirilerek gözlerden gizlenmişti. Tespit edilemeyenlerden biri dumanı toprak altından 65 metrelik bir boru ile köydeki evlerden birinin bacasına gönderiyordu. Bazıları da imbikleri gece çalıştırıyor, böylece karanlıkta duman görülemediğinden imalat sürdürülüyordu. Bu karışık ortamda kendisi de geniş topraklarında İskoçya’nın en iyi kaçak viskisini üreten Gordon Dükü Lordlar Kamarasına bir teklif götürerek hükümetin resmi olarak viski üretimini kazançlı bir hale getirmesini istedi. 1823 yılında çıkarılan kanunla 10 pount ruhsat ücreti ve galon başına da belli bir ödeme tespit edilerek bugünkü İskoç Viskisi endüstrisinin temelleri atılmış oldu. Yasayı izleyen 10 yıl içinde kaçakçılık tamamen ortadan kalktı.

Bugün mevcut olan imalat hanelerden çoğu eskiden kaçakçıların kullandığı yerlerde bulunmaktadır. Ayrıca yasa dışı iki gelişmede İskoç viskiciliğinin ilerlemesinde büyük rol oynamıştır. 1831 yılında Aeneas Coffey kendi adını verdiği bir imbiği icad etmiş ve bu sayede damıtma işlemlerinin kesintisiz yapılmasını sağlamıştır. Böylece bakır imbiklerde üretilen malt viskiden daha farklı ve daha az yoğun bir ürün olan tahıl ve viskisi üretimi de gerçekleşmiştir. Bu icad 1860 yılında Andrew Usher Co. Şirketi tarafından malt ve tahıl viskisinin ilk defa karıştırılarak daha hafif bir viski elde edilmesinde kullanılmıştır. Böylece İskoç viskisinin pazarlarının gelişmesinin yolları açılmıştır. İkinci gelişme ise büyük bir tesadüf ve felaket sonun gerçekleşmiştir.

1880’lerde Fransa’nın bağları asma biti salgınıyla mahvolmuş, birkaç yıl için mahzenlerdeki şarap ve brandy stokları tükenince İskoçlar hemen bu fırsatı değerlendirmişler, Fransız sanayinin kendini toparlamasına kadar geçen yıllar boyunca İskoç viskisi brandy’nin yerine birinci derecede tercih edilmiştir. Özellikle blended viski pazarı ele geçirilmiş, Amerika’daki içki yasağını, ekonomik buhranları atlatmış ve bugün kü konumuna gelmiştir. Uluslar arası piyasalarda “Scotch Whisky” ilk tercih edilen içecek olup, bu ününü 200 ülkeye yapılan ihracatla sürdürmektedirler.

Reina06-25-2005, 04:50 PM
ÜRETİM ŞEKLİ

Yalnızca İskoçya’da üretilen, damıtılan ve olgunlaştırılan viski”İskoçViskisi” olarak adlandırılabilir. Doğal bir içki olan viski İskoçya’nın zengin doğal kaynaklarından yararlanılarak elde edilir. Altın renkli arpa ve buğday, kaynak suları ve serin, temiz hava üretimin ana elemanlarıdır. İskoç viskisinin yapımı ve yaşlandırılması kuşaktan kuşağa aktarılarak geliştirilmiştir. İmalathanelerin bulunduğu yerler konum olarak hem doğal kaynakların yakınında ve hem de nefes kesici güzellikteki manzara karşısındadır.

2 tür viski vardır;

a - Malt Viski Esas olarak blended viskilerin yapımında kullanılır ve az miktarda “”single malt” olarak şişelenir. Son yıllarda piyasalarda malt viskiye karşı oluşan talep yüzünden bu oran giderek artmaktadır.

b - Grain Viski Meşhur karışımları meydana getirmek için maltla karıştırılır. Az miktarda da “Single Grain” olarak şişelenir. İskoç malt viskisi, malt edilmiş arpa, su ve mayadan elde edilir. Üretiminin ilk basamağı arpanın maltlanmasıdır. Arpa bunun için 2-3 gün su dolu tanklarda bekletilir. Sonra maltlama alanlarına serilerek filizlenmeye bırakılır. İstenen uzunluk sağlanınca kurutma işlemine geçilerek filizlenme durdurulur. Her imalathanenin karakteristik özelliği papoda cinsi bacalarıdır. Kurutma işleminde yakıt olarak “peat” denilen fosilleşmiş bitki topakları kullanılır. Modern yakıtların yanı sıra yörede bol olan peat2ın yanması sırasında çıkan duman yerde döşeli olan tel ızgaralardan yukarı süzülerek arpayı kurutur. Bu arada içkinin karakteristik özelliğine belirgin bir aroma katar. Kuruma sırasında “malt” gevrekleşir. İri taneli arpa öğütüldükten sonra sıcak suyla karıştırılır. Bu işlem arpanın içindeki nişastayı açığa çıkararak “wort” denilen şekerli bir sıvıya dönüştürülür. Daha sonra fermantasyon kazanlarına aktarılarak maya ilave edilir ve işlem sonucunda şekerli
wort ham alkol haline gelir. Bu da aroma ve tat olarak ekşi birayı adlandırır.

Bundan sonra sıra kuğu boyunlu bakır imbiklerde damıtma işlemine gelir. Malt viski önce büyük, daha sonra da küçük imbiklerde olmak üzere 2 kez damıtılır. İmbiklerde fermente edilmiş sıvı yavaş yavaş sıvı yavaş yavaş ısıtılarak alkolün buharlaşması sağlanır.buhar kuğu boynuna doğru yükselir ve en üst noktada yoğunlaştırıcılarda tekrar sıvıya dönüşür. Damıtma sırasında ilk ve son kısım 2. kez damıtılırken göbek denilen orta kısım ayrılır.

İskoç tahıl viskisi buğday ve mısırdan yapılır. Önce basınç altında pişirilerek içindeki nişastanın fermente edilebilecek şekere dönüşmesi sağlanır. Bundan sonra tahıllar belirli bir oran dahilinde maltlı arpa ve sıcak su ile karıştırılarak “wort” adı verilen şekerli sıvı elde edilir. Fermente edildikten sonra 2 sütunlu ve kesintisiz çalışan “Coffey” imbiklerinde damıtılır.

Damıtma sırasında alınacak orta kısmın ne kadar olacağı ya da ilk ve son kısmın ne kadarının 2. kez damıtmadan geçirileceği kararı damıtım uzmanının işidir. Bundan sonra ister malt ister tahıl olsun viski özel meşe fıçılara alınarak serin ve karanlık depolarda bekletilir. Fıçıların nitelikleri yaşlanmada çok önemlidir. Çünkü viski süresince tahtadan renk ve karakterlerini alır. Bazı fıçılar daha önce içlerinde “Matura oloroso”, “Fino” ya da “Amontillado” sherri ( şeri) lerin dinlendirilmişlerinden seçilirken bazıları “Bourbon” fıçısı ya da yeni yapımdan olabilir. Yıllandırma da hangi fıçının kullanılacağı kararını verecek kişi “Master Blender”dir.Bir viskiyi resmi olarak İskoç viskisi denilebilmesi için yıllandırma süresinin 3 yıl olması şart. Ne var ki üreticiler bu sınırı aşarak 5 - 15, 20-25, hatta bazen daha da uzun sürenin dinlendirme için geçmesini beklerler. Depoların bulunduğu yerdeki İskoçya’nın havası meşe fıçılarındaki viskiyi etki ederek ona bölgenin karakterini de vermiş olur. Dinlenme sırasında her yıl belirli miktarda ki viski de fıçıdan eksiliyor ki, üreticiler buna kendi aralarında “Melek Hakkı”der.

KARIŞIM SANATI

İskoçya’da üretilen viskinin büyük oranı “belended karışımı harmanlanmış viskidir. Bu konuda uzmanlaşan kişilere büyük görev düşmektedir. “Single malt” ve “single Grain” viskilerinin karıştırılması son derece karmaşık ve zorlu bir uğraş gerektiğinden bu konudan “Master Blender” sorumlu bulunmaktadır. Bir orkestrayı yönetmeye benzeyen “karıştırma sanatı” sırasında nasıl orkestranın her bir elemanı iyi, parlak ve başarılı olsa da onların tek tek özelliklerinin birleştirilmesini biri sağlıyorsa, viski karışımında da birinin yönetimi sağlaması gerektiği açıktır.

Bir karışımın 15-50 arasında değişik yaşlarda ve değişik single malt viskiden elde edildiği düşünülürse Master Blender “Baş harmancı”nın görevinin ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Öyle ki; içene alştığı tadı sürekli sunmak görevinde olmanın sorumnlululğu içindeki kişi formüllerini herkesten gizler. Karışımda son noktaya ise “Hassa Burun” koyar. Uzun yıllar verilen emeklerin ve geliştirilen koku alma duygusunun “ Koklama Sanatına” dönüştüğünün de göstergesidir. Bu uygulama Karışım, lale biçimli üst kısmı daralan kadehlere bir miktar suyla konduktan sonra “Master Blender” in burnuna emanet edilir. Bu işlem sırasında hangi viskilerin birbirleriyle uyuşacağı ya da çakışacağı saptanır. Malt ve tahıl viskileri öyle karıştırılır ki, tek tek güzel ve değerli özelliklerin ortaya çıkması gerçekleştirilir.

Single viskilerin seçimi başlangıç için oldukça önemlidir. Çünkü İskoçya’da yayla, ova ve ada kesimlerinde 100’den fazla imalathane gerek malt ve gerekse grain viski yapar. Seçim sırasında hangi imalathanenin hangi ürününün ya da hangi yaştaki viskinin ne miktarda kullanılacağı kararı Master Blender’indir. Bunun için iyi bir kütüphane, hassas burun, bütün ürünlerin tanınması gerekiyor. Ayrıca belirli bir single malt viskide karışım sırasında doğabilecek değişikliklerin depo ve fıçı faktörünün etkilerinin iyi değerlendirilmesi şarttır.

Bu yüzden “Karışım Odaları” son derece güvenliklidir. Bu güvenlik koruma açısından değil de, hava açısından. Bardaktaki viskinin, dış ortamdan gelec ek kokularla bozulmaması gerekir. İşlem o denli özen ister ki; “Karışım uzmanları” after shave sürmez. Pipo ve sigara kullanmazlar. Sağlığına da önem veren bu kişilerin nezle olmaya da hakları yok gibidir, çünkü koku almazlarsa görevlerini yapamazlar. İskoç viskisi endüstrisi o kadar gelişmiştir ki, her imalatçı ve blender birbirleriyle dosthane ilişki içindedir. İlişkiler çok güçlü ve güzeldir. Koklama işlemi yaşlandırma süresince de sürdürülür. Kullanıma hazır olana kadar bekletilir ve her fıçıdan bir örnek karışım uzmanına getirilir. Tek tek koklanır ve bazı fıçılar bir araya getirilerek büyük tanklara pompalanır. Ardından yeniden meşe fıçılara doldurularak 6-8 ay bekletilir. “Evlenme” denen bu işlem sırasında geçen sürede viskiler kendi aralarında uyum sağlar. Baş karıştırıcı tekrar koklar ve istenen ürünü elde ettiğine karar verirse şişeleme işlemine geçilir.

Üretim Bölgeleri İskoç viskileri üretildikleri bölgelere göre 4’e ayrılır. Özellikleri ise şöyle özetleyebiliriz.

a- Islay Malt : Sılay İskoçya2nın batı sahili açıklarında yedi içki imalathanesine ev sahipliği yapan küçük bir adadır.Sıkla şişddetli rüzgarlara , yağmurlara, ve su taşkınlarına maruz kalır. Hafif tuzlu olan arpanın hazırlandığı malt evlerinde doğal yakır peat kullanılır. Viskinin olgunlaşmaya bırakıldığı imalathaneler dalgalarla dövülür. Bunun sonucunda Islay viskilerinin tuzlu ve sert bir tadı olur. Maltlandırma işlemi sırasında daha az fosilleşmiş yakıt kullanılmasına ve içki doğal şarlarından korunmasına rağmen, viskinin tuzlu olduğuna da rastlanır. Nasılsa içimi daha rahattır.

b - Hingland Malt : Hingland bölgesi, coğrafi olarak Scotch Viski’nin üretildiği “En geniş alandır” Karaylık arazi, değişen iklim ve sahillerin özellikleri viskinin geniş bir yelpazede çeşitlilik göstermesini sağlar. Grup olarak bu viskiler kuru ve serttir. Hafif bir duman kokusu taşırlar. Kuzeyin uç sahillerinde denizin etkisiyle viskiler baharatlıyken , kuytuda kalan doğu sahillerinde ve iç bölgelerde meyva aroması daha baskın çıkar.

c - Lowland Malt : Lowland tipi viskiler İskoçya’nın güneyinde, haritada Dudee ve Greenock arasında kalan bölgede üretilir. Bu bölge Hingland dan daha az kayalık olup, iklimi de nispeten yumuşaktır. Temel karakteristikleri yumuşaklık , tatlılık ve rahat içimli oluşlarıdır.

d - Spyside Malt : Bu bölgede Spey ırmağı boyunca, Hingland bölgesinin doğusuna uzanır. Skoç viskisinin en çok imal edildiği yer burasıdır. Bölgede çok sayıda ırmak ve her ırmağın kenarında da imalathaneler bulunur. Viskilerin üretildiği şartların zorluğuna göre sınıflandırılır. Granit kayalıklarının üzerinden akan , topraklardan süzülen sular, viskiye dumanlı bir tad verir. İç bölgelere doğru gidildikçe daha belirgin bir yumuşaklık ve zerafet göze çarpar.

GRAIN VİSKİNİN PÜF NOKTALARI

Granin viskiler, Skoç viskilerin kalbini oluşturur. İskoçya’nın alçak bölgelerinde yer alan imalathaneler, kuzey Hingland2taki bir istisna hariç, dev byuttadır. Fakat ürünler yine aynı kalitededir. Malt edilmiş arpanın mısır veya unla karıştırılması içkiye incelik katar. Bu incelik
de Grain viskisinin her çeşidinin 30-50 çeşit “Sdingle Malt” viski ve markalı bir Skoç viskiyle karıştırılması demektir. Sonuçta çiçeklerden, meyvalardan ve aromalardan oluşan muhteşem bir lezzet elde edilir.

ÜNLÜ MARKALAR

- Chivas Regal
- Black Label
- White Label
- Black and White
- The Famous Grounse
- Haig and Haig
- Ballantine’s
- Bell’s
- Johnnie Walker
- Queen Anne
- King George IV

Bu markalar dünyaca ünlü markalardır. Ve en kaliteli ve kalitesinin yanı sıra pahalı olan viski türleridir. İskoç viskilerinin özelliği, kullanılan su, dinlendirme fıçıları ve üretim tekniği dışında, arpa maltının hazırlanması sırasında, turba odununun isi malta geçtiğinden viskinin hafif is kokması ve tatta da is kokusunun hissedilmesidir.

2. IRIS WHISKY ( İrlanda Viskisi )

Üretimi İrlanda’ya ait bir viski türüdür. İrlanda viskileri malt hazırlanması sırasında, İskoç viskilerine oranla, ateşte fazla kalmadığından is kokusu taşımaz. Başka tahıllarla karıştırılır ve İrlanda viskilerinin yoğunluğu diğer viskilere oranla daha azdır. %50 maltlanmış, %30 maltlanmamış arpa, %10 yulaf, %10 çavdar ve buğdayın kullanıldığı İrlanda viskilerinin üretim tekniği de İskoç viskileri gibidir. Ne var ki bütün fark ayrıntı da gizl. Çünkü İrlanda viskileri İskoç viskileri gibi 2 değil 3 kez damıtılır ve 3 yıl değil 4 yıl meşe fıçılarda dinlendirilir. Dinlendirme sırasında İskoç malt viskilerinde olduğu gibi daha önce sherry yıllandırılmış fıçılar kullanılır. Damıtma sırasında peat yerine kömür kullanıldığından is kokusu da yoktur.

Ünlü Markalar

- Bushmills
- Jameson
- Pady
- Porer Jhon

3. AMERİKAN VİSKİLERİ ( Bour Viski )

Bourbon Amerika2da Whisky adıyla üretilen ve en az %51 oranında mısır içeren bir tür viskidir. Bourbon yalnızca Kentucky eyaletinde üretilir. Bourbon en az 2 yıl yeni meşe fıçılarda dinlendirilir. Bir diğer türü de Rye viskidir. Rye viskinin üretiminde %51 çavdar kullanılır. Corn olanı ise %80 mısırdandır. Ve en az 2 yıl dinlendirilir. Blended; arpa, mısır ve çavdar karışımından elde edilir, ardıç fıçılarda dinlendirilir.

Ünlü Markalar

- Jeam Beam
- Jack Daniel’s Tennessee
- Kentucky
- Old Forester

4. KANADA (canadian)

Viskisi Kanada viskisi , mısır, çavdar, buğday, ve arpadan üretilir. En çok çavdar kullanılmaktadır. Karışım olarak üretilenlerinin oranları %50 yi geçmez. En az üç yıl dinlendirilir. Çavdar alanı Rye viski olarak ifade edilir. Genellikle piyasaya sürülenler 6 yıllıktır.

Ünlü Markalar

- Canadian Club
- Corby’s
- Seagram’s

ÜRETİLDİĞİ MADDE VE KARIŞIMA GÖRE VİSKİ TÜRLERİ

Viski üretildiği madde ve karışım duruma göre farklı isimler almaktadır. Bunlar ;

1 - MALT VİSKİ : Sadece arpa maltından üretilen viskiye denir. Likör vis olarak da ifade edilir.
A - Single Malt : Tek firmanın karşık olmayan tek cins ürünü olan viskidir.
B - Pure Malt : Farklı üretim malt viskilerin karışmasından üretilen viskidir.

2 - BLENDED VİSKİ : Belirli oranda malt ve grain viskilerin karışımından elde edilen viskidir. Çeşitli malt viskilerin harmanlamasından elde edilenine denir. Karışımın oranları genellikle değişir. Hangisinden ne oranda kullanılacağını ancak uzmanlar belirler. Örneğin Scotch viskiler, genellikle “blended” viskilerdir. Açık yapılı ve daha az aromatiktirler.
3 - GRAIN VİSKİ : Genellikle %70-80 malt, mısır ve çeşitli tahılların bir miktarda arpa maltının kullanılarak üretildiği viskidir.
4 - RYE VİSKİ : Üretiminde %51 çavdar kullanılan viski türüdür.
5 - CORN VİSKİ : Üretiminde %80 mısır kullanılan viskilere denir.

Viskilerle İlgili Bazı Teknik Terimler

Bonded Viski : Uzun yıllar dinlendirilmiş ve kontrollü şekilde şişelendikten sonra mühürlenmiş viskidir.

Straight Viski : %51’den fazlası tahıl viskilerinden olan yalnız tek bir fabrikanın ürünü olan viskidir. RYE - çavdar, CORN-mısır ve buğday viskileri bu gruptandır. Yüksek yapılı ve aromatiktir.

Light Viski : Yeni damıtılmış ve fıçılarda yaşlandırılmış viskinin ilk halidir. Nature spirits de denmektedir. Oldukça açık renkli, düşük aromalı ve genelde blended viski yapımında kullanırlar.

Prof : Viskilerde alkol derecesini gösterir. İki Prof : bir derece alkolü belirtir.

Viski Servis Şekilleri

Viski kendi adıyla anılan bardakta servis yapılır. Genel olarak da konukların tercihlerine göre farklı şekillerde sunulurlar. Yaygın olan viski servis şekilleri şöyle sıralanabilir.

1 - Sek Viski : Viski uzmanları, viskinin hiçbir içecekle karıştırılmadan sek olarak buzsuz içilmesi halinde gerçek tadını vereceğini, buzun içkiyi bozduğunu iddia etmektedirler. Bu şekilde içildiğinde viski bardağına 3-4 cl. İçki soğutulmuş olarak servis edilir. İskoçlar genelde bu şekilde içmeyi tercih etmektedirler.

2 - On The Rocks ( Buzlu Viski ) : Viski 3 veya 4 cl olarak 3-4 parça küp buz ile on the rocks bardağında ( kısa ve dibe dibi kalın bir bardakta ) sunulur. On the rocks , zaten kelime anlamı olarak buz üstünde anlamına gelmektedir. Viskiyi bu şekilde daha çok Amerikalılar tercih etmektedirler.

3. Soda ve Gazozlar İle : Viski tumbler bardağına (on the rocks bardağına benzer farkı hacim bakımından biraz daha büyük olmasıdır.) 3-4 cl viski ve üzerine arzuya göre soda kola ve su konarak hazırlanır. Yine arzu edilirse birkaç parça küp buz konur. Viskiler servis edilirken arzuya göre yanında çikolata verilebilir.

Viski birkaç şekilde servis edilebilir.

- Bunlardan ilki viskinin bardan alınmasıdır. Viski 3-4 cl olarak bardağa konulur. Bardak tepsiye alınıp konuğa servis edilir.

- İkinci yöntem ise, şişede getirilir. Beraberinde getirilen bir bardak konuğa boş olarak sunulur. Şişeden viski dökülerek servis tamamlanır.

- Üçüncüsü de, viski soda ve gazozlarla içildiğinde uygulanır. Bu durumda viski konmuş bardak buz ve soda veya gazoz masaya tepsi ile getirilir. Viski servis edilir. Açılan soda veya gazoz şişesinden viski bardağına servis yapılır veya konuğun arzusuna göre şişe bardağın sağına bırakılır.

Viski bir çok ünlü kokteylde de ana içki olarak kullanılmaktadır. Bunlardan en çok bilinenleri şöyle sıralayabiliriz: Old Fashion, Viski Sour, Manhattan, Brooklyn, vb. daha bir çok karışımda ana içki olarak kullanılır.

ÜNLÜ KOKTELYLER

Wisky Sour
- 4 cl Rye veya bourbon viski
- 3 cl limon suyu
- 1 cl şeker şurubu

Manhattan
- 6 cl Rye Viski
- 3 cl kırmızı cinzano
- 1 atım angustura bitter

Old Man
- 4 cl canadian whisky
- 4 cl kırmızı cinzano
- 2 damla anisette (veya Rakı)(alıntı)

ŞAMPANYA'NIN TARİHİ

Şampanya: İçkilerin Kralı

Şampanya bir köpüren şarap, ama Fransa’nın Champagne bölgesinde yapılmışsa ona biz şampanya, onun dışındakilerin hepsine köpüren şarap diyoruz. İşin komiği, Champagne bölgesinde şampanya yapımı çok yeni. Çok eskilere dayanmıyor, çünkü o basıncı taşıyacak kadar güçlü şişe keşfedilmiş değil. Zayiat genellikle %50 civarında. Çünkü bir şişe şampanyada kimyacı Bill Lembeck’in hesaplarına göre yaklaşık 49 milyon hava kabarcığı ve bir belediye otobüsü tekerleğindeki kadar basınç var. Dolayısıyla şişeyi yapanlar İngilizler. 17. yüzyılın sonlarında odun sıkıntısı çekiliyor İngiltere’de ve ocaklarda taş kömürü yakmaya başlıyorlar. Böylece tesadüfen ısıyı daha fazla artırdıklarını, daha kalın şişeler yapabildiklerini fark ediyorlar. Şampanya için şişenin olması zorunlu. Çünkü basınçla patlıyor…
Başka bir şekilde de yapılmıyor.

Şişeler sürekli patlıyor

Şarapla uğraşmak tehlikeli bir iştir Champagne’da; örneğin François Marie Arouet Voltaire (1694-1778) ziyaret ettiği bir mahzende hepsi birer gözünü kaybetmiş üç mahzen işçisiyle tanıştığını yazar. O dönemde mahzenlerde çalışanlar kendilerini korumak için genellikle demir bir maske takarlar. Çünkü mikrobiyolojiyi bilmiyorlar. Basıncı ayarlayamadıkları için şişeler sürekli patlıyor. Bazı yıllarda yüzde sekseni civarında patlıyor. Düşünün, orada çalışıyorsanız, 80 km hızla vızır vızır işliyorlar.

İlk yapılan köpüren içki, tesadüfen yapılmış. Champagne’nın toprakları kireçli ve fakirdir; ağaçsız, soğuk, keyifsiz bir ovadır burası. Büyük olasılık o dönemde biraz daha ılıman bir bölgedir Champagne, çünkü günümüzde bölge o denli soğuktur ki, üzümler genellikle tam olgunlaşamadan toplanır ve günümüzün önoloji standartlarına göre böyle bir bölgede bağcılık yapmak çılgınlık sayılır. Tabii, ortaçağda şampanya ne köpüklü ne de beyazdır; soluk kırmızı, meyva aromalı, hafif bir şaraptır üretilen. Onyedinci yüzyılda önce diğer bölgelerin şaraplarının ünlenmesiyle, Champagne Paris’teki rakipsiz konumunu kaybedecektir, ama bu kayıp da daha sonra görüleceği gibi ikinci bir altın çağın kapılarını aralayacaktır.

Şampanyayı dünyaya yayan kadın

Dom Perignon adlı keşiş, iklimi çok sert olan ve şarabın tam olarak olgunlaşamadığı Fransa’nın kuzeyindeki Champagne bölgesinde, içinde şarap bulunan şişelere biraz pancar şekeri, biraz da maya katıp, şişenin ağzını mantarla sıkıca kapatarak ikinci kez mayalanmaya bırakmış, şampanya ortaya çıkmıştı. Dom Perignon’dan yaklaşık 150 yıl sonra 19. yüzyılın ortalarında İtalya’da da Dom Perignon’un bulup geliştirdiği yöntemle üretime başlanmış. Dom Pérignon’un mükemmelliyetçiliği şampanyayı saraylara sokmayı başarmış olsa da, şampanyayı dünya çapında bir şarap yapan Avrupa tarihine “dul” (veuve) lakabıyla geçen azimli bir kadındır. 1805’de henüz 27 yaşında iken kucağındaki bebekle dul kalan Nicole-Barbe Clicquot-Ponsardin’dir bu kadın. Clicquot şampanya üretimini endüstrileştirerek kocasının küçük şaraphanesinden dünyanın en tanınan sarı etiketlerini taşıyan şampanyaları yapan ve pazarlayan bir büyük marka (Grande Marque) yaratmıştır.

Bugün içerler, yarın öderler

Napolyon sonrasında Ruslar Fransa’yı işgal eder. Madam Clicquot, şaraphanesinin altındaki dev mahzenleri Ruslara açar. Ruslar müptelası olurlar şampanyanın, o kadar ki Antoine de Muller bir gün endişe içinde Cliquot’ya “Madam” der, “bir kuruş vermeden neredeyse bütün şampanya stoğumuzu içecek bu Ruslar.” Clicquot soğukkanlı yanıt verir “Önemli değil, sevgili Antoine… Bugün içerler, yarın öderler.” Ruslar 1815 mayısında bölgeden çekilmeye başlarlar.
Gerçekten de Rusya ondan sonra çarlık yıkılana kadar en büyük tüketicisi oluyor şampanyanın. Hatta 1917’de Ekim Devrimi olduğu zaman şampanya üreticilerinin çoğu iflas ediyor.

Ölümsüz kılınmayı sağlayan içki

Şampanya o denli büyük bir cazibe objesi haline gelir ki, soylular bile dayanamaz şampanya ile bir şekilde ilişkilendirilerek ölümsüz kılınmaya. Mesela, bugün bile kullanılan kasemsi yayvan şampanya kadehleri, daha sonra Kral XVI. Louis’nin karısı ve Fransa Kraliçesi olacak olan Marie-Antoinette’in göğüslerinin (1755-1793) Sevres seramik fabrikasında alınan alçı modelleri kullanılarak yapılmıştır. Üstelik Marie-Antoinette ölçüsünün alınmasına izin verdiğinde sıradan birisi değildir, Kutsal Roma İmparatoru Birinci Francis ile Avusturya-Macaristan Kraliçesi Maria Theresa’nın en küçük kızları olarak bir prensestir o dönemde. Heidsieck bu kadehler şerefine Marie-Antoinette adında bir şampanya üretir ve kraliçeye sunar.

Jartiyerde taşıma kolaylığı

Joie de vivre (yaşam keyfi) felsefesinin hakim olduğu doksanlı yılların Belle Époque Paris’inde şampanya satışlarında bir patlama gözlenir. Soirée denilen çılgın gece partilerini şampanyasız düşünmek mümkün değildir. Dönemin en gözde ritüeli bir soylunun kılıcıyla tek bir hareketle şampanya şişesinin boynunu keserek şişeyi açmasıdır (sabrage). İşin tuhafı o dönemde şampanya Marie-Antoinette tipi kase kadehlerden bir kamış yardımıyla içilir. Ta ki, “la Jarretière” marka şampanya Paris’i avucunun içine alana kadar… Ünlü Maxims ve Folies Bergères dönemin en gözde eğlence yerleridir ve aktrislerin ayakkabılarından şampanya içmek de o devirde moda olur. La Jarretière, bu kulüplerde müşterilere kan kan dansçılarının jartiyerlerinde taşıdıkları kadehlerle ikram edilir. Flûte denilen bu kadehler, jartiyerde taşıma kolaylığı sağlaması için ince ve uzun üretilirler. Bugün en sık kullanılan flüt şampanya kadehlerinin öyküsü de böyle başlar. 1900’lara gelindiğinde şampanya satışları yılda 30 milyon şişeye ulaşır.

Her şişe çok özelmiş gibi pazarlanıyor

Şampanyayı kendisi gibi köpüren, mutluluk ve özel günler gibi bir yapıyla birleştirmişler. Şampanya dünyanın en güzel pazarlanmış içkisi. Dom Perignon, Moet Chandon’un en değerli şarabı, altı milyon şişe üretiliyor. Halbuki her şişe çok özelmiş gibi pazarlanıyor ve gerçekten öyle hissediyorsunuz. Olağanüstü bir pazarlama sistemi var.

Marilyn Monroe’nun şampanya banyosu

Marilyn Monroe bir defasında 350 şişe şampanya ile doldurulan bir küvette banyo yapmıştır. Bu da, kimyacı Bill Lembeck’in çalışmalarına dayanılarak hesaplandığında, yaklaşık 17,150,000,000 hava kabarcığı demektir.

Bazı önemli şampanya markaları

Krug: Reims bölgesinin bu dünyaca ünlü üreticisi saygın bir yere sahiptir. Özellikle sadece “Chardonnay” çeşidinden ürettikleri şampanyalar kompleks ve zarif yapılarıyla dikkat çeker ve en erken 12-15 yılda içim olgunluğuna ulaşır.

Charles Heidsieck: Rémy-Cointreau tarafından finanse edilen, Fransızlar’ın övündüğü markalardan biridir. 1983, 1985 ve 1989 yılları üretimi “Blanc de Millénaire” dünya çapında değer ve takdir kazanmıştır.

Lanson: Eski bir şampanya evi olmasına karşın özellikle 1992 yılından sonra, Fransız-İngiliz grubu önem ve değer kazanmaya başlamıştır. Ancak 1990 yılı üretimi dünya çapında ünlenmiştir.

Louis Roederer: Reims bölgesinin bu çok prestijli, kompleks yapı ve zarafeti bir arada taşıyan markası 1989 yılı “Blanc de Blanc” üretimiyle büyük sükse yapmıştır.

Bu üreticilerin dışında “Taitinger,” “Ruinart,” “Mumm,” “Veuve Clicquot,” “Jacquart,” “Henri Abele” ve “Henriot” önemli üreticiler olarak sayılabilir. Türkiye’de de son yıllarda üst düzey şampanyalar piyasada bulunmaya başladı.

“Taitinger” bunlardan biri.

Şampanya Sözlüğü:

Bir şişe şampanyanın etiketinden neleri okuyabiliriz. Sizler için ana tanımları içeren bir küçük şampanya sözlüğü;

Extra Brut, Brut Nature veya Brut Sauvage: Tamamen sek

Brut: Sek. “R de Ruinart Brut” gibi

Extra Sec: Yarı sek

Sec: Hafif tatlı

Demi-sec: Oldukça tatlı

Doux: Tatlı

Vintage: Mahsul şampanya. Sadece mahsul kalitesinin istisnai olduğu yıllarda üretilir. Kıymetli şampanyalar gurubuna aittir. “R de Ruinart 1996″ veya “Dom Ruinart 1993″ gibi.

Nonvintage: Mahsulü olmayan şampanya. Bu şampanyalar ortalama üç yılın mahsülü harmanlanarak üretilir. Gündelik tüketime uygun şampanyadır. “R de Ruinart Brut” gibi.

Blanc de Blancs: Tamamen beyaz üzümlerden yapılmış şampanya. Kıymetli şampanyalar gurubuna aittir. “Dom Ruinart 1993″ veya “Ruinart Blanc de Blancs” gibi.

Rosé: Pembe şampanya. Kıymetli şampanyalar gurubuna aittir. “Dom Ruinart Rosé 1990″ veya “Ruinart Brut Rosé” gibi.

Bulk, Tank, Cuve veya Charmat Metodu: Büyük ölçekte üretilen, ikinci fermantasyonu şişe yerine basınçlı tanklarda yapılan tabii köpüren şarap.
Traditional Method veya Methode Champagnoise: İkinci fermantasyonu şişede yapılan köpüklü şarap. Fransa’da kullanılan orijinal sistem.

Nasıl yapılır: İnanılmaz ama gerçek

Şampanya üretiminde kırmızı ve beyaz üzümler kullanılır. Kırmızı üzümlerden “pinot noir” ve “pinot meunier” kullanılırken, beyaz üzümlerden sadece “chardonnay” üzümü kullanılır.

Aslında köpüklü şarap karbondioksit ile şişeye hapsedilmiş şaraptan başka bir şey değildir. Kabarcıklar fermantasyonun bir yan ürünü olup şişeye hapsedilince ortaya köpüklü şarap çıkar.

Sakın yapmayın!

Şampanyanızı açarken sallayıp patlatmayın. İşin zarafetinde mantarın yavaşça çıkartılıp, şişenin ağzından duman gibi gaz çıkması vardır. Patlatılan şampanya gazı kaçmış gazoz gibi olur.

Lütfen birbirinizi sulamakta kullanmayınız. Formula 1 örneği sadece taşkın bir kutlama olup, o coşkuda yapılanlar şampanya adına doğru değildir.

Tatlılarla “brut” şampanya ikram etmeyiniz. Bu şarap sek olduğundan tatlı tarafından örtülecektir. Tatlılarla yarı tatlı veya tatlı olanları, yani, etiketinde “sec”, “demi-sec” veya “doux” yazanları ikram ediniz.

Beyaz şaraba karbondioksit ekleyerek üretilmiş şampanya benzeri ürünler şampanya veya tabii köpüren şarap değildir; bu tür ürünleri sadece kutlamalarda patlatmak için kullanınız.(alıntı)

CİN'İN TARİHİ

CİN (dikkat çarpar)

Cin arpa, mısır, çavdar, ardış tohumlarının damıtılması ve aroma tadı veren böğürtlenlerle tatlandırılarak elde edilir.
Cinin tadı içindeki aromanın cinsine göre değişiklik gösterir. Genelde susam, kişniş, bergamut, badem, melekotu, dereotu, yeşil limon ve portakal kabuğu katılarak aromandırılır. Yüksek alkollü
bir içkidir. Alkol derecesi 40-47 arasındadır. Eskitilmeden şişelenen
bir içkidir.

Cin ilk defa 17.yy.’da Tıp doktoru Sylvius tarafından Hollanda da üretilmiştir. İngilizlerin milli içkisi haline gelmiştir. Diğer içkilere nazaran daha saf ve serttir.
Dünyada Amerikan ve İngiliz cinleri aranan içkilerdir. Ancak Amerikan ve İngiliz cinleri birbirinden ayıran iki faktör vardır.

1-İngiltere de üretilen cinler ABD de üretilen cinlere göre daha az sıcaklıkta damıtılmaktadır. Dolayısıyla bu durum İngiliz cinlerinin daha fazla hububat özelliği taşımasına neden olur.

2-İngiltere de üretilen cinler ABD de üretilen cinlere nazaran yapı olarak daha yoğundurlar Buda su oranının az olmasındandır. Bunlardan başka birde Hollanda da üretilen Cenieure ve Hollanda tipi vardır. bunlar özel aromatik bir tada sahiptirler. Beyaz cinin özelliğini taşımadıklarından diğer içkilerle karıştırılamazlar yani kokteyl yapılamazlar.

Cinin kullanılmasında Dry cin, Extra cin, Dry cin London , Dry cin gibi pek çok kelimeler kullanılmaktadır.bunlar aşağı yukarı aynıdır fakat tatlılık ve sertlik ayrıdır.

DÜNYACA ÜNLÜ CİN MARKALARI

London Dry Cin,
Gordons,
Beefeter,
Gilbeys,
Seagroms,
Hope’s Dry cin,
Plymouths Dry cin,
Booth’s Dry cin,
Nicholson Dry cin,
white cin,
Robinson cin,
Gilbeys cin.

CİN SERVİSİ

Cin çeşitli şekillerde servis yapılır. Kullanım alanında oldukça geniş bir içkidir. Cin soğuk olarak servis yapılır.

1-Sade(sek) : 3-4 cl viski bardağına konulur ve herhangi bir katkı ilave edilmez. İçine iki parça buz konur. Tepsi ile konuk masasına getirerek konuğun sağından servis yapılır.

2-Cin on the rocks : 3-4 parça küp buz ile on the rocks bardağında sunulur.

3-Cin soda veya tonik : Cinin en yaygın kullanımı soda ve tonik ile de servis yapılmasıdır.Cin soda ve tonik ile servis yapıldığında bardak olarak viski tumbler olarak kullanılır.

Genellikle çok tercih edilen cin tonik şu şekilde hazırlanır: Bardağa bir ölçü 4cl cin konulur ve üzerine arzuya göre soda veya tonik ilave edilir. Bardağa bir dilim trns limon konulur. Bazen dilimlenmiş limon bardak kenarına konur. Arzu eden konuklar, limon dilimini bardağa atarlar.Cin tonik bu şekilde bardağa hazırlanıp tepsiyle konuk masasına getirip konuğun sağından servis yapılır.

Diğer bir yolda cin toniğin konuk masasında hazırlanmasıdır. Bu durumda cin ve limon bardağa konulduktan sonra tonik ve soda şişesi ile birlikte masaya getirip bardak konuğa servis yapıldıktan sonra tonik soda şişesi açılarak arzu edildiği kadar ilave edilir. 4-Kokteyl olarak :cin çeşitli meyve suları ile de karıştırılarak servis yapılır .örneğin; vişne,portakal ve diğer meyve suları ile karıştırılabilir. Yine renksiz bir içki olarak cin,birçok ünlü kokteylin ana içkisidir.

EN ÇOK KULLANILAN ÜNLÜ CİN KOKTEYLERİ

Tom collins,cinfizz,Gibson,Cin sling ve Alaxander martinidir.(alıntı)

BİRANIN TARİHİ

BİRA

Birayı sadece çağdaş zamanla özdeşleştirmek yanlış. Çok eski uygarlıkların keşfettiği bira, din, dil, ırk ve toplumsal sınıf tanımadan tüm insanlığa mal olmuş bir içki.

Bazıları inanmasa da, Sümerler bundan emindi:
Bira içmek insan olmanın gereğiydi. Ne de olsa, bu sarhoşluk ve keyif verici içecek, dökük saçık ilkel insan Enkidu'yu, döneminde yaşayan uygar insanlardan birine dönüştürmüştü. Yarı vahşi Enkidu bozkırların hayvanlarıyla birlikte yaşıyor, onlar gibi ot yiyor ve su içiyordu. Uruk kentinin kralı Gılgameş, ona çekici bir tapınak kızı olan Şamkat'ı yollamış ve yontulmamış bu adama insan gibi yaşamayı öğretmesini istemişti.

Bu gerekliydi, çünkü Enkidu ekmeğin nasıl yendiği ve biranın nasıl içildiğini bilmiyordu. Şamkat ağzını açıp Enkidu'ya şunu söyledi: "Ekmek ye Enkidu, bu yaşamın bir parçası! Ve toprağın geleneği olan birayı iç." Enkidu ekmek yedi, doyuncaya kadar. Bira içti, yedi testi dolusu. Ruhu sakinleşti ve keyiflendi. Kalbi neşe doldu ve yüzü ışıldadı. Su ile pis bedenini yıkadı. Vücudunu yağ ile ovdu ve "insan" oldu.

Gılgameş destanı, M.Ö. 1600'lü yıllarda Mezopotamya'da ortaya çıkan eski bir efsaneyi bu şekilde aktarıyor. Ancak bira zevki ve bira üretimi, kuşkusuz, ilk olarak M.Ö. 4. yüzyılda Güney Mezopotamya'da yaşayan Sümerler arasında görülmemişti. Biracılıkla ilgili bilgiler, tarihin bilinmeyen, karanlık sayfalarına kadar uzanıyor.

Bira ve biracılığın kökenine ilişkin farklı görüşler var. Bunlardan ilki, kökenini Sümerler, Babilliler ve eski Mısır'a dayandırıyor. Araştırmacıların bir kısmı da, Kolomb'un Amerika'yı keşfi sırasında yerlilerin bira üretip içtiklerini belirten notlarından hareketle farklı savlar ileri sürüyorlar. Çin kaynaklarında biranın tarihi M.Ö. 2300'lere kadar uzanıyor. Yine Amazonlar'da elde edilen bazı bulgulardan yola çıkılarak, yağmur ormanlarında, günümüzden 10.000 yıl önce bira üretildiği ileri sürülüyor. Yine de, biranın ilk kez Mezopotamya'da bulunduğuna yönelik görüşler, diğerlerine oranla ağır basıyor.

Bira üretiminin önkoşulu, tahıl yetiştirmek ve ekmek yapmayı bilmekti. İlk biranın, yaklaşık 10.000 yıl önce, bir parça ekmeğin ıslanıp mayalanmaya başlamasıyla tesadüfen ortaya çıktığı tahmin ediliyor. M.Ö. 5000'li yıllarda, Fırat ve Dicle ırmakları arasında kalan topraklarda arpa ve buğday (triticum dicoccum) yetiştiriliyordu. Her ikisinden hem ekmek, hem de bira yapıldığı sanılıyor. Irak'ta, hemen Musul kentinin yakınlarındaki ören yeri Ninive'deki Gaura Tepe'sinde bulunan bir mühür, bira geleneğinin en eski kanıtlarından biri. M.Ö. 4. yüzyıla ait bu mühürde, bükülmüş bitki saplarıyla büyük bir kaptan bira içen iki adam tasvir ediliyor. Uruk'ta bulunan, 4. yüzyılın sonlarına ait arkaik tablet metinlerinde, "Ka" (bira) olarak okunan resim yazısı, bira geleneğinin en eski yazılı kanıtı olarak kabul ediliyor.

Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenen yaklaşık 5000 yıllık kil tabletler, Sümerlerin bira üretim tekniği hakkında bazı bilgiler veriyor. "Monument bleu" olarak anılan bu tabletler, buğdayın kabuğundan nasıl ayıklandığını ve bereket tanrıçası Nin-Harra için sunulacak biranın nasıl hazırlandığını gösteriyor. Sümerlerin bira tanrıçası Ninkai (ağzı dolduran efendi) adına yazılan bir ilahi, biranın yapılma sürecini tarif ediyor: Öncelikle, ıslatılan arpalar çimlendiriliyordu (malt yapılıyordu). Bu yeşil malt, kurutuluyor, kökçükleri ayıklanıyor, havan ve tokmak kullanarak ya da değirmen taşıyla öğütülüyor, su ve bira ekmeğiyle homojen bir hamur haline getiriliyordu. Bira ekmeği, çimlendirilmeden öğütülmüş tahıl ve kokulu bitkilerden yoğrulan hamurdan pişiriliyordu. Bu hamur somun ya da pide gibi şekillendiriliyordu.

Malt, su ve bira ekmeğinden hazırlanan karışım, kapalı bir kapta mayalanmaya bırakılıyordu. Son olarak bu karışıma tatlandırıcı maddeler ilave ediliyordu. Bu maddeler, içerdikleri şekerle, mayalanma sürecini hızlandırıyordu. İşlemin sonunda, teknenin tabanındaki deliklerden alttaki kaba damlayan sıvı, bir tür mayalanmış arpa suyu olmalıydı. "Ka" adını verdikleri bu sıvı, lezzet olarak tatlı, görüntü olarak bulanıktı. Üst yüzeyinde mayalanmadan kaynaklanan artıklar dolaşıyordu. Uzun bitki saplarını, bu kalıntıları da birlikte içmemek için kullanıyor olmalıydılar.

Mezopotamya'da farklı lezzetlerde bira üretiliyordu. Kadınlar için oldukça tatlı ve pahalı olan buğday birası üretiliyordu. Koyu malt birası, ucuz olduğu için herhalde, çok miktarda, sevilerek içiliyordu.

Kişi başı günlük resmi istihkak, beş ekmek ve iki testi biradan oluşuyordu. İnsanlar iştahla, bol miktarda bira içiyorlardı. Tanrıça Hathor onuruna düzenlenen "Sarhoşluk Bayramı"nda "tıka basa içmek" gelenekten sayılıyordu. Firavun III. Ramses (M.Ö. 1183-1152) bir kurban töreninde, adak olarak tanrılara 466.303 testi bira sunmuştu.

Büyük İskender ülkeyi ele geçirdikten sonra (M.Ö. 332) Mısır, Yunanlıların etkisi altına girmişti: Yunanlılar şarap içtiği için bira yavaş yavaş bir kenara itilmişti. Yunanlılar birayı, daha M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda, Balkanlar'ın doğusundaki Trakyalı komşuları ve bugünkü Türkiye'de yaşayan Frigler'den öğrenmişlerdi.

Yunanlı yazar Ksenophon, M.Ö. 401 yılında Ermeni içki kültürü ile tanışmasını şöyle anlatıyor: "Burada büyük kapların içinde arpa şarabı vardı. Bu içki, içine su eklenmediği takdirde oldukça kuvvetli ve tadına alışıldığı zaman çok lezzetliydi." Ancak yine de Romalılar ve Yunanlılar için bira zevki barbar halklara özgü bir özellik ve kontrolsüz sarhoşluğun bir simgesiydi. Romalılar için bira, istila akınlarından sonra yanlarında getirdikleri bir "hatıra" niteliği taşıyordu. Lejyonerler, Galya bölgesinde yaşayan Keltler aracılığıyla, M.Ö. 1. yüzyılda enfes bir arpa birası ile tanıştılar. Keltler bu biraya "corma" adını vermişlerdi ve daha o zamanlarda bu birayı fıçılarda saklayıp, içmek istediklerinde fıçılardan boşaltıyorlardı. Bu halk, yaklaşık 3000 yıl önce Avrupa'da ilk bira üretimini gerçekleştirmişti. Bilim adamları bu gerçeğe ait izleri Kuzey İspanya'da yaptıkları kazılarda elde ettikleri kaplarda buldular.

Bira her ne kadar "barbar içkisi" olarak görülse de, 4. yüzyılın başlarında Roma İmparatorluğu'nda oldukça yaygın olmalıydı. Aksi takdirde İmparator Diocletianus (284-305), 301 yılına ait fiyat tarifesinde neden biranın ücretini de belirlemek zorunda kalsın ki? Bu tarifeye göre Keltlerin buğday birası 4, Mısırlıların arpa birası ise 2 denarius değerindeydi.

Germen topraklarına kadar ulaşan bira kültürü burada da izler bıraktı. Anıt mezarlar üzerindeki yazılar, burada yatan kişilerin bira üreticisi ya da bira tüccarı olduğu hakkında bilgiler veriyor. Bardaklar üstüne işlenen metinlerde, susamış sahiplerinin istekleri dile getiriliyor "Imple ospita ola de cervesa da!" (Bardağı al meyhaneci ve birayla doldur!). Almanya'nın Regensburg kentinde bulunan Roma döneminden kalma (Romalılar bu bölgeye 180-260 yılları arasında egemendiler) bira imalathanesinde, yeşil malt, daha dayanıklı olabilmesi için, aşağıdan ısıtmalı kurutma odasında kurutuluyordu.

Uzun süre kent ile köyler arasında bira satışı konusunda kavgalar verildi. Belediye meclisi üyeleri, bira üretiminin Kral I. Heinrich (919-936) döneminden bu yana kentsel bir ayrıcalık olduğunu iddia ediyor ve birayı kent duvarlarını dışarıdan çevreleyen 1 millik (1609 metre) bölgeye de satabilme hakkına sahip oldukları konusunda ısrar ediyorlardı. O nedenle, bu alan içindeki köyler birayı kendileri üretemiyor, kentten satın almak zorunda kalıyorlardı.

1434 yılında Güney Almanya'da, şarabın daha çok üretildiği yerlerde, başpiskopos ve belediye meclisi, bira üretimini "sonsuza kadar" yasaklamıştı. Bu yasak, ancak 1642 yılında başpiskopos Johann Philipp von Schönborn tarafından kaldırılmıştı. Gerçekten de, Güney Almanya'daki Bavyera Eyaleti'nde üretilen bira kalitesi düşüktü. 1293 yılında Nürnberg'de belediye meclisinin kararıyla bira üretiminde sadece arpa kullanımına izin veriliyordu. Münih kentinin belediye meclisi de, 1447'de aldığı bir kararla, bira üretirken sadece arpa, şerbetçiotu ve su kullanılmasını istiyordu. 23 Nisan 1516'da Almanya'nın güneyinde bulunan Ingolstadt kentinde bir tarih yazıldı: Meclis toplantısında, o tarihten itibaren Bavyera'da biranın sadece arpa, şerbetçiotu ve su kullanılarak yapılabileceğine dair hükmü içeren ünlü "Reinheitsgebot" (Saflık Yasası) kabul edildi.
Bu yasa, zamanla bütün Almanya'da uygulanır hale geldi.

Ancak, Kuzey Almanya'daki birçok manastır ve bunlarla birlikte bira üretimi, Reform hareketinin kurbanı oldu, kalanlar da Otuzyıl Savaşları sırasında yıkıldı. 1803 yılındaki laikleşme hareketiyle birlikte, sadece Bavyera bölgesinde 200 manastır kapatıldı. Gümrük düzenlemeleri, bürokratik suiistimaller, bira üreticileri örgütlerinin aldığı eskimiş kararlar, bira ticaretini oldukça sınırlamıştı. 19. yüzyılın başlamasıyla birlikte kabul edilen "kazanç özgürlüğü", bütün bu engelleri ortadan kaldırdı.

Bugün, "Reinheitsgebot" AB Yasaları çerçevesinde bağlayıcı bir yasa olmaktan çıktı, uygulayıp uygulamamak bira üreticilerinin özgür tercihine bırakıldı.

Osmanlılar ve ülkemizdeki kökenine gelince. Aslında biranın tarihini bozanın tarihiyle bir tutabiliriz. Çünkü arpa mayalanıp pişirilirse ekmek, mayalanıp suya yatırılırsa da boza elde ediliyor. Kökeninin Mezopotamya olabileceği söylenen biranın, Osmanlı'da "bira" adıyla üretilmesi 1840'lardan sonrasına rastlıyor.

Ancak, boza, Anadolu ve İstanbul'da hep var olan bir içecekti. Boza da, Asya, Mezopotamya, Afrika ve Anadolu'da birayla birlikte üretilmeye başlayan bir içecek olarak biliniyor.

Ancak, boza, Anadolu ve İstanbul'da hep var olan bir içecekti. Boza da, Asya, Mezopotamya, Afrika ve Anadolu'da birayla birlikte üretilmeye başlayan bir içecek olarak biliniyor.

Boza ile bira akrabalığını araştıran mikrobiyologlar ve gıda mühendisleri bir yana, tarihin oldukça anlamlı şeyler söylediği belirtilir. Örneğin, içki yasaklarında, özellikle IV. Murat (1623-1640), IV. Mehmet (1648-1687) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde bozahane kapatılması, yıktırılması çok yaygındı. Özellikle ekşi boza satan bozahaneler, meyhane ile bir tutulmuştu. Bozalar arasında, özellikle ekşi bozanın alkol derecesi yüksekti ve genellikle yasaklanan ekşi bozaydı. Fatih Sultan Mehmet'in içecek listesine kadar giren boza, özellikle şarap yasaklarının getirildiği tüm zamanlarda, yasaklı listesine girmişti.

Evliya Çelebi, "Seyahatname"sinde, 17. yüzyılda İstanbul'da 300 dükkânda 1.005 bozacı çalıştığını kaydediyor. Evliya Çelebi'nin yazdıklarından, bozanın da en az bira kadar sarhoşluk verici içkiler arasında kabul edildiği söylenebilir.

Osmanlı'nın Batı tipi birahaneler ve birayla tanışması 1840'lı yıllara uzanıyor. Bu dönemlerde Alman göçmenler yoluyla İstanbul, batı tarzı bira kültürüyle tanışıyor. Ancak, Osmanlı mozaiği, buna ayrı bir katkıda bulunuyordu. Bir anlamda bozahanelerin yerini birahaneler alıyordu.

Birahaneler biranın tüketildiği en keyifli mekânlardı. 1888'de, 15'i Beyoğlu'nda, 8'i Galata'da, 8'i çeşitli semtlerde olmak üzere İstanbul'da 31 birahane bulunuyordu. Bomonti Bira Fabrikası'nın üretime geçtiği yıllarda (1894), Osmanlı topraklarında sadece 4 kentte birahanelerin varlığı göze çarpıyor: İstanbul, İzmir, Selanik ve Ankara. 1921'de, İstanbul'daki birahane sayısı ise 52'ye yükseliyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bira bahçelerinde bir değişiklik görülmüyor. Ama, 1960'lı yıllarda Bomonti Birahanesi'nin ayrı bir yerinin olduğunu, o yıllarda yaşamış hemen herkes anlatırmış.

Böylesine derin bir tarihe sahip bira, dünyanın her bölgesinde farklı şekilde üretiliyor ve tüketiliyor. Hepsinin kendine has tadı, kokusu ve görüntüsü var. Aslında temel işlem aynı olmasına rağmen, bira türlerini birbirinden ayıran ne? Esasen bira üretimi yaz aylarının sonunda, arpa ve şerbetçiotu hasadından sonra başlıyor.

Şerbetçiotu, fermantasyon (mayalama) için gerekli olan kaliteli doğal şekerin üretilmesi ve en berrak biranın yapılmasında birebir. Uzun ömürlü şerbetçiotu bitkisi, biranın arındırılması, berraklaştırılmasını sağlıyor ve biranın da uzun ömürlü olmasına yol açıyor. Biraya keskinliğini ve meyvemsi aromasını bu bitki veriyor.

Almanya'da, Bavyera Kontu IV. William'ın geliştirdiği Reinheitsgebot'tan (Saflık Yasası) sonra, bira yapımında sadece arpa, maya, şerbetçiotu ve suyun kullanımına izin verildi. Diğer ülkelerde, buğday, pirinç ve mısır farklı tatların yaratılmasında kullanıldı.

Fermantasyonu katalize eden bira mayası olmadan üretimi gerçekleştirmek imkânsız. Bira mayasının yüzlerce türü var. Ancak bunların hepsi iki ana grupta toplanıyor. Sert ve siyah biranın (klasik olarak 15-25 santigrat derecede mayalanıyor) yapılmasında kullanılan "yüksek fermantasyon mayası" ve hafif biranın (7 santigrat derecede mayalanıyor) yapımında tercih edilen "düşük fermantasyon mayası".

Malt haline getirilmiş arpa, değirmende öğütülüyor. Öğütülen kalıntılar bira teknesine konuluyor, sıcak suyla yıkanıyor ve bekletiliyor. Sıcak su, öğütülmüş üründe bulunan nişastayı, şekere dönüştüren enzimleri harekete geçiriyor.

Bu şeker, suda çözülerek bira mayasında kullanılan arpa mayası denilen tatlı esansı doğuruyor. Elde edilen sıvı boşaltılıyor, bakırdan yapılmış fıçıya pompalanıyor ve şerbetçiotu ile kaynatılıyor. Bu aşamada fermantasyonun hızlanması için kimi zaman şeker de ekleniyor.Şerbetçiotu ile karıştırılmış arpa mayası çözülüyor ve bira mayasının eklendiği fermantasyon teknesine geçirilmeden önce soğutuluyor. Şeker, sonraki fermantasyon aşamasında karbondioksit ve alkole dönüştürülüyor. İstenen birayı elde etmek, işte bu işlemde yatıyor. Burada dengenin çok iyi tutturulması gerekli. Eğer fermantasyon çok erken bitirilirse, hafif bira üretilmiş oluyor. Aksine, fermantasyon süresinde şekerin tamamı dönüşürse, sert ve az tatlı bir bira üretilmiş oluyor.

Yüksek fermantasyonlu biraların çoğu, fıçılara doldurulmadan önce 1 hafta boyunca bira teknelerinde bekletiliyor, olgunlaştırılıyor. Düşük fermantasyonlu biraların içmeye hazır hale gelmesi, berraklaştırılması için daha farklı işlemler gerekiyor. "Hafifleştirme" olarak adlandırılabilecek bu aşama, biranın 0 santigrat dereceye kadar soğutulup, haftalarca bekletilmesini içeriyor.

Diğer özel saflaştırma yöntemleri de var. Anheuser-Busch tarafından geliştirilen, biranın kayın ağacı odunlarından yapılmış teknelerde üretilmesi gibi. Bu yöntemde, biranın bulanık bir görünüm kazanmasını sağlayan çökeltilerin içindeki proteinler ayrıştırılıyor. Kanada ve Avustralya'nın ünlü bira üreticileri Labatt's ve Foster's, düşük fermantasyonlu biralarını eksi 4 santigrat dereceye kadar soğutarak buz kristallerine dönüştürüyor. Daha sonra da biranın daha yumuşak bir tada sahip olması için, suyun bir kısmını ayrıştırıyor. Böylece biranın alkol derecesini de artırmış oluyor.

Japonya'da geliştirilen kuru biranın üretilmesinde şerbetçiotunun acılığını gidermek için filtreler kullanılıyor. Tamamlanan bira, daha sonra karbondioksitli şişelere dolduruluyor.Japonya'da geliştirilen kuru biranın üretilmesinde şerbetçiotunun acılığını gidermek için filtreler kullanılıyor. Tamamlanan bira, daha sonra karbondioksitli şişelere dolduruluyor.

Bira içmenin de kendine göre bir takım kuralları var. Uzmanlar, biranın soğuk sunulmasına ve içilmesine dikkat edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Biranın gerçek tadının alınacağı en uygun sıcaklık 6,8 derece. Bu soğukluk derecesi en kolay şekilde, bardağın terlemesiyle anlaşılıyor. Biranın soğutulmuş bardakla sunulması gerekiyor. Çünkü, bardak soğutulmuş olursa, bira soğukluğunu daha uzun süre koruyor. Bira bardağı mutlaka temiz olmalı. Bira doldurulurken, bardak 45 derece eğimle tutuluyor. Bardak doldukça da eğim azaltılıyor. Bira köpüğüyle servis edilmeli, çünkü köpük biranın taze olduğunun göstergesi. 2 parmak köpük biranın ayrılmaz parçası olarak değerlendiriliyor. Uzmanlar, biranın neyle iyi gideceği sorusunu, "Bira birçok yemekle de iyi gider. Az alkollü olduğu için gün içinde, iş yemeklerinde de rahatlıkla tüketilebilir" diyerek yanıtlıyorlar ve devam ediyorlar: "Kızarmış patates, sigara böreği, köfte, kroket gibi sıcak atıştırmalar; tuzlu ve baharatlı çerezler bira keyfini katlar. Bira hem beyaz, hem de kırmızı ete uygundur. Yemeğin lezzetini artırır.(alıntı)

28 Ekim 2009 Çarşamba

ŞARABIN TARİHİ

“Kodmos ve Harnonia'nın kızı Semele, Zeus'un vurulduğu kadınlardan biridir. Hera'nin bitmeyen kıskançlığı, zavallı Semele'yi beklenmedik bir yazgıya iter. Hera, ihtiyar bir sütnine kılığına girerek Semele'ye söyle der: "Zeus'a yalvar da sana kendini Tanrı olarak bütün görkemiyle göstersin." Buna kanan Semele, Zeus'tan böyle bir dilekte bulunur. Zeus, şimsek ve yıldırımla kendini gösterir ve Semele yanar.
Karnındaki yedi aylık çocuğunu düşürür. İste bu çocuk Zeus'tan olma Bakkhos yani Dionysos'dur.
Zeus, Semele'nin düşürdüğü ve mucizevi olarak orada biten sık yapraklı bir sarmaığın yanmaktan korudugu Dionysos'u baldırına koyar ve onu ikinci bir doğumla meydana getirir. Sonra onu Hermes'e vererek Boiotia'da kocası Athamas'la birlikte yaşayan ve Semele'nin kızkardesi olan İno'ya gönderir. Fakat kıskanç Hera burada da kendini gösterecek ve İno ile kocasını çıldırtacaktır. İno oğlunu bir kaynar su kazanına atıp boğarken kocası da Learkhos'u bir geyik zannedip kargıyla vurur. İno yaptigi işin korkunçluğunu anlayınca kendisini oğlunun ölüsüyle denize atar.
Tanrılar ona acırlar ve İno'yu bir deniz kızına dönüştürürler. Zeus, oğlunu kpskanç Hera'nın elinden zor kurtarır ve onu bir keçiye dönüştürmek zorunda kalır.
Hermes, Dionysos'u, yeri pek bilinmeyen Nysa dağına nymphalar arasına götürür. Bu periler Dionysos'u büyütüp, eğitirler. Eğiticiler arasında Silenos da vardır. Dionysos, gençlik yaşına gelince üzümü ve sarap yapma sanatını bulur.”
İran efsaneleri ise üzüm ve şarabın keşfedilmesini başka bir sekilde anlatır: “Şarabın ilk defa Pisdadiyan sülalesinin ünlü hükümdari Cemşit zamanında üretildigi söylenir. Cemşit, bol bol asma diktirerek, meyvelerinin halka dağıtılmasını emreder. Mahsül çok bol olunca, kısa saklamak üzere kaplarda muhafaza edilen üzümler, degişik bir lezzet alır, üstelik şırası da acımtıraktır. Bu suyu zehirli sanıp içmezler.
Rivayete göre, Cemşit'in en gözde ve güzel cariyesi siddetli baş ağrısından dolayı canından bezmiştir. Ölüp kurtulmak için bu kaplardaki zehirli sudan içip, hayatına son vermek ister. Fakat içtiği zehir, onu öldüreceğine diriltir, üstelik neşe içinde derin bir uykuya dalar. Uyandığında baş ağrısı kalmamış, vücudu ve ruhu dinlenmiştir. Durumu Cemşit'e anlatır ve hükümdar ve sevgilisi ömür boyu "Ab-I Hayat" tan (Hayat suyu) içip, neşeli ve mutlu yaşarlar.

Tarihçiler, şarabın anavatanını Orta Anadolu olarak gösterirken tarih olarak da M.Ö 3 bin yılına işaret ediyorlar. O gün bugün, şarap üreten ve sofralarını kadehlerle donatan insanoğlu, bazen sevdalarını bazen de kadehlerini paylaşmış durmuş şarapla...

Yerinde, zamanında ve ölçüsünde alındığı zaman deva olup can katmış içine...
içmesini bilmeyeni de pişman etmiş bin kere...

Çünkü, şarap üretmenin de içmenin de bir formülü, bir adabı var!..
Sofraların neşesi, iştahsız çocukların ve tansiyonu düşük olanların ilacı... Az içildiği zaman faydalı, çok içildiği zaman ise zararlı... Yemek öncesi ve arasında alındığında da iştah arttırıcı ve hazmettirici özellikte. Ancak şarabın özelliği yani yaşı da çok önemli.

Örneğin, dinlendikçe değer kazanan şarapların kullanımında ertesi gün vücutta hiç bir iz kalmazken, çeşitli yollarla üretimi hızlandırılan ve piyasaya dinlendirilmeden sunulan şarapları içenlerde zihinde yorgunluk, baş ağrısı ve halsizlik gibi belirtilere rastlanıyor. Özellikle renk ve koku verici katkı maddeleri şaraplarda bu etki daha fazla oluyor.

Şaraplar renklerine göre de adlandırılıyor. En çok bilinen ve tüketileni ise kırmızı ve beyaz şaraplar. Pembe şarap ise, belirli oranda kırmızı ve beyaz üzümlerin şarap olmadan önce karıştırılarak fermantasyona bırakılmasıyla elde edilebileceği gibi kırmızı üzümden yapılmış şarap, birinci fermantasyon yarıda kesilerek pembe şaraba dönüştürülebiliyor.

Öte yandan şaraplar tatlarına göre de sınıflandırılıyor. Şekeri tamamen alkole dönüşmüş ve içinde çok az miktarda şeker bulunan "sek şarap", içinde belirli ölçüde şeker bırakılmış "dömi şarap" ve kokusu olan, alkolü yüksek "tatlı şarap"...

Tüm sıcak ve kırmızı etler ve peynir çeşitleri ile kırmızı şarap içilirken soğuk beyaz etler ve balıklarla beyaz şarap içilmesi tercih ediliyor. Şarap, turizmin bir parçası sayılabilecek niteliğe sahip. Yılın en iyi üzümleri eksperler tarafından seçilerek şarap imali için ayrılırlar. İklim farkları gözetilerek hazırlanan şaraplarda tat ve burukluk farklılığı sıcaklık, toprak, rüzgar ve güneşin etkisiyle ortaya çıkmakta.

Uzmanların söylediğine göre, her şarap bekledikçe eskimiyor. Şarabın kalitesi nasıl bir iklim geçirdiğine de bağlı.

Yine de en güzeli şarabı yerinde içmek. Bazı şaraplar taşımadan doğan sarsıntılar nedeniyle de lezzetini kaybediyor.

Şarabın saklanması en az yapımı kadar özen istiyor. Meşe ağacından yapılma tahta fıçılardan 4-5 yıl saklanan şaraplar genellikle loş, sarsıntı ve gürültüden uzak serin mahzenlerde muhafaza ediliyor.

Şişelenen şarapların ise, yatay olarak bekletilmesi mantarın şarapla teması sağlanarak şarabı emerek şişen mantarın şişenin dış çepere sıkışarak içeri hava girmesini önlemesi gerekiyor.

Dik duran şişelerde kuruyan mantar içeriye hava girişini önleyemediği için gelişmesi devam eden şarap ekşiyip sirkeleşiyor yani bozuluyor. Fazla ışığı sevmeyen şarabın renkli şişelerde saklanması da kalitesinin gereğidir.

Şarap ve Sağlık

Ortalama 650 kalori veren bir litre şarap, yaklaşık 900 gr. süt, 370 gr. ekmek, 385 gr. et ve 5 yumurtanın verdiği kaloriye eşdeğerde. Şarapta bulunan minareller, vitaminler ve enzimler vücuttaki değiş - tokuşun düzenli olmasında etken olduklarından dolayı, solunum organlarına canlılık kazandırır, beyin ve diğer organlara olan kan iletişimini hızlandırır. Böbrek üstü bezlerin çalışma temposunu ayarlayarak
hormon salgılamayı kamçılayan şarap, vücudun direncini arttırarak soğuk algınlığına ve diğer enfeksiyon hastalıklarına karşı vücudu korur.

Ancak şarabın tüm bu yararlarının, dozunda içilmesi koşullarında gerçekleştiğini tekrar hatırlatmakta ve vurgulamakta yarar var. Kadehi elinize alınca dokunma duygusunu, içince tad alma duygusunu, bakarak görme, koklayarak koku almanızı harekete geçirebilirsiniz. Oysa mutluluk veren bu olayda tek yapamadığınız şey içkinin sesini duymak. İşte bu tokuşturma anında 5'inci duyu organını da devreye girerek sizi dört dörtlük hale getiriyor.

Dünyaca üstünlüğü kabul edilmiş şarap üreten ülkeler Fransa, İspanya ve Portekiz olarak sıralanırken Fransızların Bordeaux bölgesi en kaliteli şarap bölgesi olarak kabul edilmiş.

Tanınmış diğer şarap bölgeleri ise Medok, Graves, St. Emillion, Sautevrivers ve burgon'dur

Kaliteli şaraplarımız

Yurdumuzda da kaliteli şaraplar üretiliyor. Ankara, İzmir, Niğde, Nevşehir, Tokat, Gaziantep, Manisa, Elazığ, Çanakkale, Tekirdağ, Ürgüp, Kilis, Şarköy ve Bozcaada gibi merkezler kaliteli şarapları ile ünlü.

Yurdumuzda
Ankara Keskin'de yetişen " hasan dede",
Tokat'ın meşhur "narince",
İzmir Bayraklı'nın ünlü "misket",
Ürgüp ve Nevşehir'in "Emin" ve Bozcaada'da yetiştirilen "Seminyon" tipi üzümler beyaz şarap için;
Bozcaada'da "Kontrol",
Kırklareli'nde "Papaz Karası",
Ankara'da "Kalecik",
Gaziantep'de "Sergi Karası",
Elazığ'da "Öküz Gözü"gibi üzümler ise kırmızı şarap için çok kaliteli türler olarak değerlendiriliyor.

Şarabın tarihçesi

M.Ö. 3 bin yıllarında Orta Anadolu'da yaşayan Hititlerin üzümlerinin özelliği ve tatlılığı, bağlarının zenginliği ve bolluğu nedeniyle tarihçiler şarabın anavatanı ve ilk üretildiği yer olarak Orta Anadolu'yu gösteriyor. Kazılarda ele geçen M.Ö. 17 ve 18. yüzyıllara ait bazı kapların şarap içimi veya saklanmasında kullanıldığı kabul edilirken, Ankara Hitit Müzesi'nde muhafaza edilen eserler de bunu doğruluyor.

Orta Asya'dan dünyanın her yerine göç eden Türkler gittikleri yerlere şarapçılık sanatını da götürmüşler. Sonraları Yunanlılar ve Romalılar şarap yapmışlar. Hitit lisanında şaraba "Vino" denildiği ve bütün latin lisanlarında şarabın isminin Vino kökenli olduğunu görüyoruz.Romalılar özel olarak hazırladıkları şarapların içine, ateşte pişirildikten sonra koku verici çiçek, meyve veya uzun zaman saklanabilmesi için çam sakızı,reçine,bal gibi maddeler koymuşlar. O dönemlerde Sakız, İstanköy, Midilli, Teselya, Karia, Frigya, ve Trakya Bölgeleri şarapları ünlenmiş. Osmanlılar döneminde şarap imalatı Müslüman olmayan azınlıklar tarafından yapılmış Cumhuriyet dönemine kadar durgunluk dönemi geçirmesine rağmen şarapçılık sanatı devletin şarap endüstrisindeki emin adımları ile gelişme göstererek uluslararası piyasalarda Türk şaraplarının kalite ve değer üstünlüğü kabul edilmiş.
Dünyanın 5. büyük bağcı devleti olan ülkemiz, şarap festivallerinde kazandığı altın madalyalarla da kendini kanıtlamış.

İyi bir şarap nasıl olmalı?

Şarap, berrak ve parlak bir görünümde olmalı. Berraklık, özellikle şişelenmiş şaraplarda önem taşır. Cins ve tiplerine göre şarap en uygun renkte olmalı. Şarap rengi tazelik, olgunluk ve eskilik derecesini gösterir. Normal rengi sarımsı ve yeşilimsi olan genç ve beyaz şaraplarda renk, dinlenme sonucu koyulaşır, eskidikten sonra da altın sarısına döner. Kırmızı şaraplar gençken koyu ahududu rengindedir eskime süresine göre renk sırasıyla nar kırmızısı, yakuti ve kiremit rengini alır, sonra da soğan kabuğu renginde gölgelenir.

Nasıl içilir?

Bu tür gıda olan şarap; vitamin, demir, potasyum gibi element ve minarelleri içerdiği için sağlığa da hizmet edici özelliklerde. Ancak, ne şekilde içilmesi gerektiğinin kurallarını göz ardı etmeden...

Kırmızı şarap, 18-20 derece arasındaki sıcaklığında içilmelidir. Oda sıcaklığında içilen kırmızı şarap, içim süresinde bardakta ısınma korkusu olmadığı için beyaz şaraba göre daha büyük kadehlerde içilir. Beyaz şarap 5-10 derece sıcaklıkta içmek ideal olanıdır.

Şarap, gereğinden fazla ısıtılır veya soğutulursa, içinde bulunan koku ve tad hassaları mantar açıldığında yok olur. Şarap kovalarında servise sunulan beyaz şarap, ancak soğutulup istenen derece bulunduktan sonra değerini kazanır.

Şarap içine kesinlikle buz atılmamalıdır. Bu, fermantasyon geçiren şarabın yapısını bozar. En iyi soğutma şekli ise, her tarafına temas eden kırık buzla dolu olan şarap kovasıdır.
Gastronomi uzmanları "roze" ve "pembe" diye adlandırılan şarabı ise, yemeklerden sonra, ordövler veya meyveler eşliğinde içilmesinin daha uyumlu olduğunu belirtiyorlar.(alıntı)










27 Ekim 2009 Salı

ÖMER HAYYAM'IN HAYATI

ÖMER HAYYAM
(Nişabur-1044/Nişabur-1136)İranlı bilgin ve şair. Eldeki yapıtlardan ve bu arada özellikle onun hayatını anlatan kitaplardan mantık, felsefe, matematik ve astronomi konularında araştırmalar yaptıgı ve bu alanlarda düzenli bir ögrenim görmüş oldugu anlaşılan Hayyam'ın gençlik yılları hakkında ayrıntılı bilgi yoktur."Çadırcı" anlamına gelen Hayyam takma adını, atalarının çadırcı olmasından dolayı aldıgı söylenir.
Ömer Hayyam,yaşadıgı çagda daha çok bir bilgin olarak ün salmıştı. İran'nın selçuklular yönetiminde oldugu dönemde yetişmiş olan büyük şair, Belh, Buhara, Merv gibi Horasan ülkesinin büyük bilim merkezlerini gezdi; bir ara da Bagdat'a gitti. Başta Selçuklu sultanı Melikşah olmak üzere zamanının hükümdarlarından büyük yakınlık gören Hayyam, ünlü devlet adamı Nizamülmülk ve ünlü tarikat kurucusu Hassan Sabbah'la okul arkadaşıydı.
Hayyam'ın fizik,metafizik,matematik, astronomi ve şiir alanlarında çeşitli yapıtları vardır. Bunları arasında hayranı oldugu İbni Sina'nın " Temcid - Yücelme- " adlı yapıtının çeviriside yer alır. Ama Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini saglayan ve çagımızda geçmişin en büyük şairlerinden anılmasına yol açan "Rubaiyat-Dörtlükler"dir. Sayısı ikiyüzü bulan bu dörtlüklerde Hayyam yumuşak ve akıcı bir dille ve son derece gerçekçi bir uslupla,yaşadıklarını gördüklerini, çevresinden ve zamanın gidişinden edindigi izlenimleri hiç bir yapmacıklıga kapılmaksızın,oldugu gibi dile getirmektedir.
Büyük şaire göre gerçek olan,yaşanandır;dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur; insan, yaşadıgı sürece gerçektir;en şaşmaz ölçü, iman degil, akıl ve sagduyudur; insan, aklıyla vardır; dolaysıylada en iyi ölçü, en şaşmaz klavuz akıldır ve gerçege ancak akıl yolu ile varılabilir.
Hayyam'ın şiirinde çagının haksızlıkları,madrabazlıkları ve saçmalıkları ince, alaycı, igneleyici bir dille yerilir. Dörtlük'lerinin konusu; aşk, şarap, dünya, insan hayatı, yaşama sevinci, içinde bulundugumuz geçici dünyanın tadını çıkarma gibi insanla sıkı baglantılı olan gerçek eylem ve davranışlardır.
Şiirlerinde işledigi konulara çogu zaman felsefi, bilgece bir açıdan bakar Hayyam; Aşk, sevinç, hayatın tadını çıkarma ona göre vazgeçilmez şeylerdir; insan hayatının ana dokusu bunlarla örülüdür.
Hayyamın çogu dörtlüklerinde filozofça derin bir sezgi, sınırsız bir hümanizm ve gösterişten, aşırılıktan uzak bir hayat anlayışı
görülür.(alıntı)

ÖMER HAYYAM RÜBAİLER

ÖMER HAYYAM
Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;
Suçumuza, duamıza önem vermeyen;
Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;
Umudumu rahmetine bağlamışım ben.
Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni
Haberim olmasın gelen dertten başıma.
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.
Derde gama yatkın yüreğime acı;
Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;
Bağışla meyhaneye giden ayağımı,
Kızıl kadehi tutan elime acı.
Akıl bu kadehi övdükçe över;
Alnından sevgiyle öptükçe öper;
Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi
Hem yapar hem kırıp bin parça eder.
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
İçin temiz olmadıksan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.
Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!
Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.
Kendini satmıyan adama akmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!
Bilgenin yüreğinde her dilek,
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl inci olur denizde:
Sedefler içinde gizlenerek.
Ovada her kızıl lalenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi.
Yerden biten şu mor menekşe yok mu?
Bir güzelin yanağındaki bendi.
ömer HAYYAM

RAKI VE TARİHİ

RAKININ TARİHİ -ÇİLİNGİR SOFRASI

Rakının ilk kez nerede kimler tarafında üretildiği kesin olarak belgelerle belirlenememiştir. Acak rakının ilk kez Osmanlı topraklarında üretildiği neredeyse tüm dünya ülkelerince kabul edilmektedir. Hemen hemen tüm ansiklopedilerde rakının bir Türk içkisi olduğu belirtilir. Türk rakısı zamanla Osmanlı topraklarında yaşayan insanlarının da damak zevki ile bugünkü karakteristik özelliklerine ulaştırılmış ve üretimi tekelleştirilmiştir.

Türk rakısının bugünkü özellikleri ne Yunan rakısı Uzo ne de uzak Doğu içkisi olan arakta bulunabilir. Ayrıca sakız rakısı Mastika'nın ilk kez ülkemizde üretilmiş olduğu tarihi bir gerçektir. Yunan içkisi "Tsipouro"(üzüm posası) geleneksel aile işletmelerinde, bölgeye göre farklı adlarla üretilmektedir. Tsipour, Grappa,raki gibi..Tsipouro önceleri üzüm posası için kullanılmış daha sonra destilatı için kullanılmıştır. Grappa üzüm salkımı anlamına gelen Latince bir kelimeden gelir. Bazilarina göre ilk raki Balkanlar ve Ege adalarinda erikten yapilan 'Ouzo'dur. Tadi Türk rakisina benzeyen bu içkide anason bulunmaz. Bazilari ise Japonlarin pirinçten ürettikleri 'Sake'nin rakinin babasi oldugu görüsünü savunsalar da rakinin Anadolu'daki öyküsü 300 yil öncesine dayaniyor.Raki Yunanlıların Osmanlı egemenliği altındayken aldığı bir kelimedir, Türkçe'den gelir. Yunan ansiklopedilerinde Yunanlıların geleneksel içkisi Uzo 'nun mucidi Kirios Stavrakis adlı bir Osmanlı Doktoru olarak gösterilmiştir.

RAKI TÜRKLERİN ASLAN SÜTÜ

Adabı gereği rakının dozu var, kararı var... Ayrıca kendine özgü karakteristik özellikleri var... Böylesine özellikleri olan rakı, rakı adını nereden almıştı?.. Rakı sözcüğünün kökeni neydi?..Afrika, Asya, Amerika ve Okyanusya da yapılan (çeşitli) damıtık içkilere arak adı veriliyor Arak eski Türkçede "daha ince," "en ince" anlamına da geliyor. Eski dönemlerde rakı içene (rakı tutkununa) "araknuş" denirmiş... Bazıları da rakının kökenini vaktiyle iri, uzun taneli ve kalın kabuklu "Razaki" üzümünden yapılmış olan anasonlu rakıya dayandırıyor. Bu ihtimale göre Razaki üzümünden yapılan anasonlu içkiye rakı denmiş... Razaki kelimesi ile rakı kelimesi telaffuz bakımından benzerlik göstermesi ve rakının bir "Türk içkisi" olarak tanımlanması, rakı kelimesinin bu üzüm cinsinden geldiği ihtimalini ortaya çıkarıyor.
Vaktiyle Razaki üzümünden çok nefis rakılar yapıldığı bir gerçektir. İlk defa Irakta üretilip buradan komşu ülkelere yayılmış ve bu nedenle "Iraki" (Irak kökenli) kelimesinden gelmiş olabileceğini düşünenler de var. Bugün Irakta özellikle Türkmenlerin yoğun olarak bulunduğu Kerkük bölgesinde kuruüzümden elde edilen anasonla aromatize edilen değişik bileşimdeki damıtık alkollü içkiye "Arak" deniliyor. Rakı sözcüğünün arak sözcüğünden kaynaklanmış olabileceği ihtimali bize göre mantıklı...Rak Arapça kökenli eski Türkçe bir kelimedir. Üzerine yazı yazılan tabaklanmış ceylan derisi ve beyaz sayfa anlamına gelir. Rak sözcüğü beyaz sayfa, rakı ise süt beyazı bir içki...

Rakının ilk kez nerede, kimler tarafından üretildiği hakkında, bugün elimizde kesin ve inandırıcı bilgiler olmasa da ilk kez Osmanlı toprakları içinde üretildiğini neredeyse bütün dünya ülkeleri kabul ediyor. Türk rakısının başka rakılarla karıştırmamak kaydıyla ilk kez ülkemizde üretildiği söylenebilir. Bugüne kadar yayımlanmış olan ansiklopedilerin hemen hepsinde rakının bir Türk içkisi olduğu belirtilir. Türk rakısının karakteristik özellikleri var.
Bu özellikleri, rakımızın benzerleri olan Yunan rakısı uzo ve "mastika"da, ne de Uzak Doğu içkisi olan arakta bulabiliriz. Ayrıca sakız rakısı mastikanın ilk kez ülkemizde üretilmiş olduğu da tarihi bir gerçektir. Avrupa Konseyi İspirtolu İçkiler Eksperler Komitesi, uzo gibi diğer rakıları değil, yalnızca bizim rakımızı bir "Türk içkisi" olarak kabul ediyor.
Komite, Scotch viski, Fransız konyağında olduğu gibi geleneksel içkimizi "Türk rakısı" olarak adlandırdı. Türk rakısının tarifi ise Komite tarafından şöyle yapılıyor: "Türk rakısı, kuru ve yaş üzümden elde edilen sumaların (eax de vie) anason tohumu ile ikinci defa takdirinden elde edilir. Rakı imalinde yaş ve kuru üzüm sumaları yüzde 92 94 alkol derecesinde olarak (hacmen) elde edilir.
Nadiren incir suması da kullanılabilir. Bu takdirde kuruüzüm sumasının yüzde 96 ya kadar rektifiye edilmiş olması lazımdır. Veya her iki sumanın karışımı da kullanılabilir. İkinci takdir adi imbiklerde yapılır ve suma ikinci takdirden evvel 30 40 50 dereceye sert olmayan bir içme suyu ile söndürülür. Tali maddeler yekunu (asit, aldehit ve eterler) 100 derecelik alkol üzerinden rakı tipine göre 200 600 mgr. arasında değişir. Rakılar eser miktardan fazla fürfürol ihtiva ihtiva etmeyecektir. Eskitme 2 ay, en fazla 6 ay müddetle meşe fıçılar içinde yapılır. Litreye azami 5 gr. şeker katılabilir. Anatol kullanılması yasaktır. Türk rakısı başlıca 4 tip olarak imal edilmektedir. Yeni Rakı, Kulüp Rakı, Altınbaş ve Tek Rakısı."

Dünya içki piyasasında yer alan anason likörlerini ve anason ihtiva eden rakı türlerini, Türk rakısıyla karıştırmamak gerekir. Türk rakısının karakteristik özelliklerinin oluşumunda üzümün niteliğinden, anasonun türüne, üretim tekniğinden, yapımında kullanılan suyun kalitesinin önemli yeri vardır. 16. Yüzyılın iki çekimli "Üzüm Rakısı" (Şarap Rakısı)yla onyedinci yüzyılda üretilmiş olan "Anason Rakısı"nda bugünkü rakımızın özellikleri var mıydı?..
Bugünkü imalat teknolojisini ve rakımızın üretim tekniği özelliklerini düşünecek olursak, bu sualin cevabı kendiliğinden ortaya çıkıyor. O dönemlerde üretilen rakılar, Türk rakısının ilkleridir. On yedinci yüzyılda nane, karanfil, ıhlamur, tarçın rakıları üretildi, rakı yapımında birçok bitki denendi ve anasonda karar kılındı.
Böylece Türk rakısının karakteri ortaya çıktı. Şarap üretiminden arta kalan "cibre," sıkılmış üzüm posalarının ihtiva ettikleri şekerli maddelerin kıymetlendirilmesi düşünülmüş, bu mahsüle anason tohumunun ilavesi rakıya bir "Türk içkisi" karakteri verdi.

Rakı Nasıl İçilir

İçki kültürü içinde rakının ayrı bir yeri olması, içiminin diğer içkilerden farklı olmasından çok, temsil ettiği felsefeden kaynaklanıyor. Rakı kadınlar tarafından da tüketilse de temelde bir erkek içkisi olarak kabul ediliyor.
Rakı, genelikle düz ve silindir şeklindeki bardakta sulandırılarak ya da susuz olarak içiliyor. Silindir uzun bardak, rakının su ile bileşimindeki beyazlanmanın keyifle izlenebilmesi için tercih ediliyor. Buz, sadece rakı sulandırıldığı zaman konuyor. Buz direkt olarak rakıya konulduğunda aroma maddelerini kristallendirerek rakının tadını bozar. Rakıyı ‘sek’ yani susuz içenler bir buz tabağı hazırlar. Kırılmış buz parçaları ile dolu küçük bir kaba oturtulur rakı kadehi ve kadehin çevrilmesi ile baslar raki muhabbeti.
Rakı; sek içilebileceği gibi, içine yarı yarıya su veya maden suyu ilavesiyle, ama mutlaka soğuk olarak içilir (8-10°)Rakı içiminde kullanılan düz silindirik bardak, rakı-su bileşimindeki büyülü beyazlamanın keyifle izlenebilmesi için idealdir.Aperatif olarak da alınabilen Rakı’nın Türk içim geleneğine uygun olarak çilingir sofrasının özgün soğuk ve sıcak mezeleriyle içilmesi, Soğutulmuş bardağın 1/3’nin rakıyla, 2/3’sinin suyla doldurulması tavsiye edilir.

Rakı Mezeleri

Cevizli Patlıcan Salatası,
Çoban Salatası,
Fasulye Piyazı,
Yoğurtlu Semizotu Salatası,
Yoğurtlu Patlıcan Salatası,
Karışık Turşu,
Zeytinyağlı Lahana Sarması,
Bakla Fava,
İçli PatatesKöftesi,
Patlıcan musakka,
Hamsili Pilav,
Uskumru Dolması,
Asma Yaprağında Sardalya,
Yeşil Zeytinli Çörek,
Hibeş,
Tarator,
Şaka Şuka ,
Haydari,
Mamzama,
Arnavut Ciğeri,
Humus,
Karnıbahar Pane,
Fırında Sarmısaklı,
Domates, Ispanak Püresi,
Zeytinyağlı Havuç Ezmesi,
Ton Balıklı Domates Dolması,
Fırında Rokfor Peyniri,
Patates Köftesi,
Ançuezli Kanapeler,
Acı Biberli Avokado,
Domates Suflesi,
Domatesli Enginar,
Deniz ürünlü Kanepeler,
Dil,
Sebze Jölesi,
Yumurtalı Patates,
Fırında Domates,
Ançuezli Tereyağ,

Çilingir sofrası,

Rakı içilen özenle hazırlanmış içki sofrası."Çeşnigir Sofrası"ndan gelmektedir, zamanla çilingir sofrası şekline dönüşmüştür.

Tarihçe

Osmanlı saraylarında Padişahların yemeklerini tadan çeşnigir ya da çeşnicibaşının sofrasına benzemesinden kaynaklanmıştır. Yemeğin tadına bakan “tadımcı”ya çeşniyar deniliyor. Çilingir sofrasında sadece rakı içilir. Rakı ise aheste ve özenle hazırlanmış, az miktarda mezeyle içilir.Rakı sözcüğünün, "Araki" veya "Arıki" kelimesinden geldiği tahmin edilmektedir. Araki Arapçada "terleten" anlamına geliyor. Araki "Arak"tan türeyen bir kelime. Arak ise ter anlamına gelmektedir.

Çilingir Sofrası Adabı

Rakı sofrası sohbetlerinin özel bir tarzı, üslubu ve kuralı vardır ve adabına göre, rakı özenle hazırlanmış az miktardaki mezeyle içilir. Rakı bir mihenk taşıdır, kişinin ağırlığını ve değerini ortaya çıkarır, ölçülü alındığında keyif ve zevk için araçtır.

Rakı içiminde fiziksel özellikler

Rakı ve su yeterince soğutulursa içim lezzeti daha keyifli olur.
Genellikle rakıya birebir oranında su ilave edilir, önce rakı sonra
su ve arzuya göre buz koyulur. Rakının lezzetini almak için yavaş yavaş içmek gerekir.(www.msxlabs.org)


Çilingir Sofrası

Otur ki sandalye hatırlasın
Sandalye olduğunu.
Masa da unutur masalığını,
Elini komasan üstüne.
Bakışlarını ayırmaya gelmez,
Sürahi boşalır sonra suyundan.
Kadehim kadehim dediğin şey,
Dudağını değdirmedikçe kadeh değildir.
Mezeler de bilmez renklerini, lezzetlerini,
Çatalını dokundurmazsan.
Fakat farkında mısın?

Cahit Sıtkı Tarancı

RAKINAME

RAKININ DUASI
*İçmesini bilene /Zevk-u sefadır rakı/İçmeyi bilmeyene/Cevr-ü cefadır rakı.
*Bir münasip mikdarı/Muhabbet anahtarı/Kaçırırsan ayarı/Cana ezadır rakı.
*Ne dert kalır ne keder/İçeni mesut eder/İçebilirsen eğer/Ruha ciladır rakı.
*Ham ervahsan yanaşma/Arifsen ondan şaşma/İç ama haddin aşma/Ferahfezadır rakı.
*Yarattığı ahengi/Ne saz verir ne çengi/Terbiyenin mihengi/Dense sezadır rakı.
*Beyaz peynir domates/Yanına bir kavun kes/Çiğköfteyle ne enfes/Bir iptiladır rakı.
*Biraz tuzlu leblebi/Kadehin billur lebi/Dudakları öpmeli/Yoksa hebadır rakı.
*Ehl-i kemal olana/Zevkle hemhal olana/Sohbette tad bulana/Yarı vefadır rakı.
*Mis'ten ala kokusu/Ana sütü gibi su/Şu ki sözün doğrusu/Müstesna ma'dır rakı.
*Dost bezminde sohbete/Neşe-i muhabbete/Her manevi lezzete/Bir vasıtadır rakı.
*Nükte, cinas anlayan/Ahengi bezme uyan/İçip zırvalamayan/İşte O'nadır rakı.
*Eşşek içince zırlar/Köpek içerse hırlar/Kedi içse tırmalar/İnsanlaradır rakı.
*Al kadehi eline/Dokun gönül teline/Muhabbet alemine/Bir merhabadır rakı.
*Adabı, erkanı var/Zamanı, mekanı var/Kimin ki izanı var/O'na şifadır rakı.
*Gönül dargınlarına/Vefa kırgınlarına/Hayat yorgunlarına/Haza devadır rakı.
*Mirkelamoğlu der ki/Had bilmezsen eğer ki/Öyle rüsva eder ki/başa beladır rakı."
(alıntı)

İLETİŞİM VE İNTERNET TARİHİ

İLETİŞİM

İletişim, bilgi veya mesajların televizyon, radyo, televizyon gibi sistemlerle gönderilmesi ve alınmasıdır. İletişim aynı zamanda bir konuşma dilidir. İşaret dilinin sağırlar için bir iletişim biçim olması buna örnektir.Tarihöncesi çağlarda konuşma biçimlerinden biri duvarlara ardı ardına çizilen mağara resimleriydi. Bu resimlerin herbiri değişik hikayeler anlatırdı. Teknolojideki gelişmeler iletişimin de ilerleme kaydetmesine neden olur. Tabletler ve parşömenler insanların yazmalarına ve bilgiyi kaydetmelerine yarayan teknoloji ürünleriydi. Sanat da bir iletişim şeklidir. Resimler hikayeler anlatır, insanların nasıl hissettiklerini, giyindiklerini ve yaşadıklarını gösterir.Matbaanın gelişmesiyle daha çok insan bilgiye ve habere ulaşabildi. Telgraf ve mors kodları uzak bölgeler arasında iletişimi mümkün kıldı. Daha sonra Alexander Graham Bell diğer bir teknolojik gelişme olan telefonu icat etti. Şimdi ise faks makineleri, çağrı cihazları, cep telefonları ve hatta 3 boyutlu faks cihazları var. Televizyon da iletişimi geliştiren önemli bir icattır.

Günümüzdeki en son iletişim biçimlerinden biri de internettir. Telekonferans yapabilir, anında bilgilere ulaşabilir ve e-mail sayesinde dünya ile bir kaç dakika içinde mesajlaşabilirsiniz. WebTV sayesinde internete televizyonunuzdan da ulaşabilirsiniz. Gelecekte ise tüm haberleşme biçimlerinin Internet Protokolüne dayalı tek bir sistem etrafında birleşeceği görüşü ağır basmaktadır.

İLETİŞİM YOLLARI

İletişim düşüncelerin, fikirlerin, mesajların ve bilginin diğer insanlarla paylaşılması işlemidir. Bu tanımın kapsamında;
• Yazı
• Konuşma ve şarkı
• Beden dili, hareketler ve yüz ifadeleri
• Görsel iletişim
• Elektronik İletişim
• Uzak mesafeli iletişim vs.
Haberleşme insan hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. İş, kişisel hayat ve eğitim hep haberleşmeye dayanır. Hayvanlar bile işaretleşerek haberleşir ve birbirlerine yemek bulma, tehlikeden korunma, göç ve üreme işaretlerini verirler. Yunus gibi bazı hayvanların kendi dillerinin olduğuna dair iddialar da vardır.KökenDiller, semboller ve alfabeler hep yazılı haberleşme kapsamına girer. Yazılı dille ilgili en eski kayıtlar 5,000 yıl öncesine dayanır. Ancak mağara duvarlarına yapılmış hayvan resimleri 30,000 yıldan daha eskidir.

Uzak Mesafeli Haberleşme

Kaydedilebilen ve taşınabilen haberleşme formları mesajların çok büyük mesafelere gönderilmesi için gerekliydi. Kelimeler ve semboller papirüs ve hayvan derilerine tüy kalemlerle yazılabiliyordu.Davul ritmleri, ateş, duman işaretleri ve deniz feneri dahil tüm diğer ilkel haberleşme yöntemleri belli bir mesafeden duyulabiliyor veya görülebiliyordu. Daha sonra mesajlar güvercinlerin bacaklarına eklendi (I. Dünya savaşında bile kullanıldı). Bayraklı flama sistemleri, parlayan ışıklar denizdeki gemiler arasında olduğu gibi birbirine yakın ama geçmesi zor olan mesafelerde kullanıldı. Fransa'da 200 flama kulesinden oluşan bir sistem kurulması sayesinde mesajlar ülkenin bir ucundan diğerine dakikalar içinde gönderilebiliyordu. Telgraf, telefon, televizyon ve radyo haberleşme biçimimizi kökten değiştirdi. Son olarak internet sayesinde tek bir tuşlamayla bir mesaj yüzlerce insana anında ulaşabiliyor.

Kağıt ve Baskı

İlk hafif haberleşme ortamı papirüstü. Bundan önce herşey tahta ve taşlara yazılırdı. Çinliler ipeğe ve sonrasında ipekten yaptıkları kağıda yazdılar. Avrupalılar parşömen ve ince hayvan derisine yazdılar. Daha sonra araplar kağıt teknolojisini Çin'den Avrupa'ya taşıdı. Çinde baskı işlemi 8. Yüzyılda bulundu. İlk metal matbaa ise Gutenberg tarafından 1450'de yapıldı. Matbaa daha çok kitabın basılmasına ve daha çok insanın okur-yazar olmasına neden oldu. İnsanlar yeni fikirler kazandılar ve daha çok bilgiye sahip oldular. Bu da 16. Yüzyıl Protestan devrimini getirdi. Matbaa gazeteleri de beraberinde getirdi. Endüstri devrimi basım teknolojisini de geliştirdi. Buharla çalışan matbaalar ve harf dizmeyi tarihe gömen ilk klavyeler 1950'lere kadar kullanıldılar. Fotokopi dokümanların çoğaltılmasını kolaylaştırdı. Şimdi ise bilgisayarlar sayesinde hemen herkes evinde duyuru veya magazin basabilir ve kendi dinleyici kitlesine ulaşabilir. Bu araçlar iş hayatındaki haberleşmeyi de kökünden değiştirdi. Gelecekte kağıtsız bürolar hedeflenmekteydi. Ancak yeni teknolojiler kağıda olan talebi artırmış görünüyor.

Posta Sistemleri

Eskiden haberciler veya kuryeler bir kişiden diğerine mesajları taşırdı. Devletler bu sisteme uyum sağladı ve özellikle savaş zamanlarında önemli bilgileri gönderme ve almak için kullandı. Bu sistem normal vatandaşlar tarafından da belli bir ücret veya vergi karşılığı kullanılabilirdi (Posta pulu gibi).Postalar önce at üzerinde, sonra trende ve gemide son olarak da uçakla gönderildi.

Modern Haberleşme Teknolojileri

• Telgraf
• Telefon
• Radyo
• Televizyon
• Bilgisayar
• Internet

Haberleşme ve Engelliler

1938'de Lois Braille körlerin okuması için kabartmalı noktalardan
oluşan sistem yarattı. 18. Yüzyılda Paris'de işaret dili geliştirdi.
Alexander Graham Bell de bu konuda bir çok çalışma yaptı.Makineler yazıları tarayabilir ve kelimeleri okuyabilir. Bazı kişisel bilgisayarlar yazılan kelimeleri okuyabilir ve yazıyı büyük harflerle ekranda gösterebiliyor. Dokunmatik ekranlar yazma zorluğu çekenler için kullanılabiliyor.

INTERNET

Günümüzde tüm dünyayı saran internet ağının temeli Amerikan ve Sovyet Rusya arasındaki rekabete dayanmaktadır.
• 1957'de Sovyetlerin ilk yapay dünya uydusu olan Sputnik'i fırlatmaları üzerine ABD Savunma Bakanlığı, bilim ve teknolojinin orduya en iyi şekilde uygulanması için ARPA projesini başlattı.
• Amerikan Hava Kuvvetleri 1962 yılında ABD'ye yapılabilecek bir nükleer saldırıdan sonra bile misiller ve bombardıman uçakları üzerindeki kontrollerini nasıl sürdürebileceğini araştırmaya başladı. Bu amaçla yapılan araştırmada merkezi olmayan askeri bir bilgisayar ağının tüm ülkeye yayılabileceği ve bir nükleer saldırıya karşılık karşı saldırı yapabileceği gösterildi. ARPA projesi bu ağı destekledi ve ARPANET adını aldı.
• 1969'da ilk fiziksel ağ California'da kuruldu. İlk kurulan bilgisayar ağı tüm ülkede sadece 4 noktada terminale bağlıydı.
• 1972 yılında terminal sayısı 23'e ulaştı ve elektronik posta kavramı ortaya çıktı.
• 1976'da radyo ve uydu bağlantıları sayesinde ABD ve Amerika bu ağ üzerinde birleştirildi.
• 1979'da ilk bilgisayar haber grupları ortaya çıktı ve IBM internetin babası sayılan BITNET sistemini yarattı.
• 1980'lerde soğuk savaşın etkisini yitirmesiyle akademik ve ticari çevreler bu bilgisayar sistemine ilgi göstermeye başladı. O zamanlar sistem sadece elektronik posta amacıyla kullanılıyordu.
• 1991'de Tim-Berners Lee World Wide Web'i icat etti. Bu sistem hypertext denen daha görsel bir temele dayanıyordu ve araştırmaların ve bilgilerin paylaşılmasını kolaylaştırmak amaçlanıyordu. WWW'nin ortaya çıkması aynı zamanda ticari çevreleri de motive etti. Bu tarihte kullanıcı sayısı 617,000'e ulaşmış ve bilgisayar ağı bugünkü anlamda internet adını alabilirdi.
• 1990'larda internet kullanıcı sayısı ve fiziksel yapısı katlanarak arttı. Ticari kurumlar, üniversiteler, organizasyonlar ve devlet kurumları bu gelişime ayak uydurdular. Bağlantı noktalarına isim verilmeye başlandı ve bu kurumlar kendi adlarına internet siteleri açmaya başladılar. 1994'de internet üzerinde ilk siberbanka kuruldu. Pizza Hut internet üzerinden sipariş almaya başladı. AT&T, MCI gibi iletişim firmalarının hemen hepsi internete yatırım yapmaya başladılar.

Internet Uygulamaları

Internetin oluşmasındaki temel nedenlerden biri haberleşmenin çok büyük hızlarda yapılabilmesidir. Elektronik posta bu muazzam ağ üzerinde herhangi bir kişiyle dakikalara varan kısa bir zaman sürecinde mesajınızı iletebilmenizi veya aynı yoldan mesaj alabilmenizi sağlar. Bu hizmetten yararlanmak için ihtiyacınız olan tek şey bir e-mail adresidir. Internete bağlandığınız kurum veya servis sağlayıcıdan bir e-mail adresi edinebileceksiniz. Internet üzerinde ücretsiz e-mail servisi veren sitelerin de size oldukça büyük yardımı dokunacaktır. E-mail ilk önceleri sadece düz yazı şeklindeki mesajların iletilmesi için kullanılırdı. Günümüzde ise e-mail ile fotoğraflar, profesyonel dokümanlar ve hatta video kaydı ya da ses dosyaları yollanabilmektedir. Bu sayede birbirinden uzak noktalarda bulunan insanların ortak çalışmalar yürütebilmeleri, bu çalışmaları paylaşabilmeleri mümkün hale gelmiştir.
E-mail yolu ile liste ya da forum denilen tartışma alanlarına üye olabilir ve ilgilendiğiniz konuda görüşlerinizi paylaşabilirsiniz. Listelere üye olan bir kişinin listeye attığı e-mail, o listeye üye olan herkese dağıtılır. Böylece o konuyla ilgilenen kişilerle aynı platformda yazışma şansınız olur. Türkiye ve yurtdışında bilimden sanata, bilgisayardan tıbba hemen her konuda bu tip listeler vardır.

Haber Grupları :

Haber grupları tüm dünyadan internet kullanıcılarının haber veya yazı gönderdikleri tartışma alanlarıdır. Bu tartışma alanı konularına göre ayrılmıştır. Herhangi bir konudaki mesajları veya haberleri okumak için o gruba üye olmanız gerekmez. İlgilendiğiniz kategorideki mesajları okuyabilir ve o gruba mesaj da atabilirsiniz. Haber grupları üzerindeki akış kimse tarafından kontrol edilmez. Tüm mesajlar gibi sizin mesajınız da dünyadaki tüm internet kullanıcılarına açık olarak bu bölümde yer alacaktır.

Web :

Internetin diğer bir yaygın uygulaması da web'dir. Web sayfaları, yazı, resim, video, ses gibi her türlü verinin etkileşimli olarak sunulabildiği bir sistemdir. Internet Browser (Tarayıcı) programlar yardımıyla herhangi bir kurum/firma/kişinin web sayfasına bağlanarak bu sayfada bulunan bilgilere erişebilirsiniz. Bu bilgiler bir firmanın ürünleri, bir kişinin kendini tanıttığı sayfa olabileceği gibi son haberleri okuyabileceğiniz gazete ya da müzik dinleyebileceğiniz bir radyo da olabilir. Bugün e-mail ve haber grupları da dahil tüm internet hizmetleri web üzerinden yürütülebilmektedir. Bankadaki hesabınızın kontrolü, telefon faturanızın dökümünü web üzerinden kontrol edebilirsiniz. Bir GSM'e mesaj atabilir, ya da ücretsiz faks çekebilirsiniz. Web sayfaları yasal ve yasal olmayan yönleriyle tüm dünyaya açıktır. Kendi web sayfanızı internet servisi aldığınız şirket veya kurum üzerinden yayınlayabileceğiniz gibi yine internet üzerindeki ücretsiz web sayfası dağıtan şirketlerden de yararlanabilirsiniz. Günümüzde birçok firma müşterilerine satış sonrası desteği internet üzerinden de vermektedir. Çok düşük bir maliyetle günün 24 saati çalışan bir internet destek hattı kurmak artık hayal değildir.

Diğer :

İnternet üzerinde yapılabilecek uygulamaların sınırı yoktur.
On-line sohbet odalarından sesli/görüntülü konferans sistemlerine iletişim alanında birçok kolaylık sağlamıştır. Internet üzerinden
telefon görüşmeleri veya anında mesaj servisleri günümüzde sıkça kullanılmaktadır. Radyo/TV yayınları internet üzerinde
izlenebilmekte ve bu tip yayınların kayıtları da kolaylıkla transfer edilebilmektedir.(alıntı)