Fotoğraf Afrika'daki açlığı çok net ve acı bir biçimde vurguluyor. Bu küçük afrikalı çocuk bir kilometre öteki Birleşmiş Milletler yardım kampına yürürken artık açlıktan bitap düşmüş. Daha da kötüsü arkasında onun ölmesini bekleyen bir akbaba var... Fotoğraf 1994 yılında Somali'de Amerikalı bir gazeteci olan Kevin Carter tarafından çekilmiş ve Kevin Carter bu fotoğraf ile "Pulitzer ödülünü" kazanmış. Hikayenin en acı tarafıysa Kevin Carter Somali'den dönünce bir süre bu çocuğu araştırmış fakat bulamamış. Orada gördüklerinden çok etkilenen Amerikalı gazeteci bir süre sonra derin deprosyana girmiş ve 3 ay sonra hayatına son vermiş.

23 Kasım 2011 Çarşamba

47 RONİN EFSANESİ

”Ayakta ölmek,dizüstü yaşamaktan iyidir”47 ronın efsanesi


47 ronin hikayesi, japonya tarihinin en çok bilinen, ilgi duyulan ve gerçek olan dramatik olaylarından biridir. belki de en büyüğü ve daha fazlasıdır. çünkü yıllardır savaşan ve statüleriyle toplumun en üstünde yer almış samurayların, edo dönemi’nin başlangıcında savaşsız bırakılması, askeri işlevlerinin fonksiyonsuz hale getirilmesi ve hareketli bir yaşamdan koltuklarına yapışmaları gereken aristokrat haline dönüştürülmeleri onlar için acı bir sonuçtu. onlar için büyük kayıp ve anlamsız sayılabilecek bir ortamda, söz konusu isyan büyük dikkat çekmişti.


harima şehrinde yaşayan 47 roninin başından geçen gerçek hikaye, japonya’nın ünlü samuray savaşçılarının idealleri ve değerlerini aktarabilmek açısından en mükemmel örneği sergileyen bir olaylar dizisidir. öyle bir hikayedir ki, “intikam soğuk yenen bir yemektir” lafına aynen karşılık geliyordu.


bu hikayeyi daha fazla anlamlandırabilmek adı altında 1622-1685 yılları arasında yaşamış, samurayların ne anlama geldiğini ve samuray ruhunun en önemli işlerini sıralayan bir kuramcı olan yamaga soko’ya dikkat etmek gerekir. çünkü onun öğretileri, bu hikayenin bir nevi başlangıcıdır. neden mi? asano ailesinin bir koluna liderlik eden asano takumi’nin adamı olan oishi kuranosuke yoshio, kuramcı yamaga soko’nun yazdığı şeylerden çok etkilenmiş biriydi. ve oishi’nin bu gerçek olaylar dizisindeki rolüne hep birlikte şahit olacağız.


hikaye, tokugawa şogunu tokugawa tsunayoshi’nin ülkeyi edo’dan barış içinde yönettiği bir zamanda, 1701 yılında başlamıştır. aynı esnalarda imparator higashiyama, ufak politik gücünü kyoto’dan kullanıyordu. imparator higashiyama’ya saygısını sunmak isteyen şogun tsunayoshi ona hediyeler ve yeni yıl kutlamaları için elçiler göndermişti. dönüşte imparator kendi elçilerini edo’ya gönderecekti. tsunayoshi, imparatorluk elçilerini kabul etmek ve yaklaşmakta olan imparatorluk üyelerinin ziyaretine ev sahipliği yapmaları için iki genç daimyoyu seçer. bunlardan biri harima vilayetindeki ako kalesi’nin efendisi olan asano takumi, diğeri de sendai’nin lideri date munehare’ydi. her iki genç daimyo, yüksek sınıftan olan misafirleri ağırlamakta deneyimsizdiler ve onlara yardımcı olması için şogun tsunayoshi, bir subay olan kira kozukenosuke yoshinaka’yı görevlendirmişti.


tarihsel süreçte, açgözlü ve kendini beğenmiş biri olarak tanımlanan kira, saygı ve minnettarlığın bir göstergesi olacak pahalı hediyelerin sunulmamasına sinirlenmiş ve asano’ya yardım edeceği yerde, ona hakaretler ve küfürler savurmuştur. kira bir noktadan sonra asano’yu herkesin ortasında küçük düşürmek için her fırsatı kullanmaya başlamıştır. söz konusu suistimallerden 2 ay sonra, asano’nun dayanma sabrı ortadan kalkmış ve tolerans tanıyamayacak duruma gelmişti.


14 mart 1701 tarihi gelip çattığında, kira’nın hakaretlerini artık daha fazla kaldıramayan asano, kılıcını çekti ve kira’yı hafifçe yaralayacak şekilde hamle yaptı. halbuki şogun hükümetinin yönetildiği edo kalesi’nin içinde böyle bir hareketi yapmak, ölüm cezasına sebep olacak bir suç teşkil ediyordu. asano son bir gayretle şogunluğa karşı kötü bir his beslemediğini ve kira’yı öldürmek konusunda başarısız olduğu için pişman olduğunu aktardı. müfettişler söz konusu meseleyi araştırıp tamamladıktan sonra, şogunluk yönetimi asano lordunu ölüme mahkum etmiş ve karnını kesmesi, yani intihar etmesi teklifinde bulunmuşlardır. öte taraftan kira’ya herhangi bir ceza verilmemişti. bırakın onu, sanki sempatik bir nesne olmuş ve resmi vazifelerini sürdürmesine izin verilmişti. şogun, harima şehrindeki ako’da asano lordunun 50,000 kokusuna (koku: pirinç ile alınan vergi. 1 koku, bir askerin bir yıllık ihtiyacını karşılamaktadır) el koyulmasını da buyurmuştur.


haberin asano’nun kalesine ulaşması geç olmadı. onun adamları bu haberi duyunca çılgına döndüler ve öfkeyle neler yapmaları gerektiğini düşünmeye başladılar. kira’nın uygunsuz hareketlerinin görmezlikten gelinmesi, asano’nun hak etmediği halde ağır şekilde cezalandırılması asano’nun adamlarını çılgına çevirmiş ve harima eyaletini bir öfke bulutu kaplamıştı. şogunun, sorumsuzluğu sadece asano’ya çıkarması ve ettiği onca hakarete rağmen kira’nın sorumlu görülmemesi, asano’nun adamları arasında intikam hırslarını alevlendirmişti.


ayrıca kanunlara göre, bir daimyo intihar ettiği zaman onun kalesine şogun el koyuyor, ölen samurayın ailesi mirastan mahrum bırakılıyordu. bu kanun vesilesiyle, asano’nun ako’daki kalesine el konulmuş, ailesi mirastan mahrum bırakılmış ve onun emrinde yer alan 321 samuray, liderleri öldüğü için ronin olmuşlardı. efendisi olmayan bir samuray, artık bir ronin oluyordu. ronin demek aynı zamanda çok tehlikeli süreçlere de hazır olmak demekti. çünkü roninler efendileri varsa samuray oluyorlar ve efendilerinin hizmetinde yer alarak rütbe, mevki ve övgü kazanıyorlardı. efendisi öldürülen bir samuray ronine dönüşünce, ister istemez eski liderine sadakatini gözler önüne serecek ve intikam ateşiyle tutuşacaktı.


bu etkenleri birleştirince, asano samuraylarının neler yapacağını tahmin etmek zor değildi ve bazı konularda harekete geçmeleri şüphesizdi. kimisi şogunun kaleyi kendi egemenliğine alışına boyun eğmemeliydi, kimisi intikam almak ve kira’yı öldürmek için çeşitli entrikalar çevirmeliydi, kimisi kanunlara saygı göstermeli ve hiçbir sorun çıkarmadan teslim olmalıydı.


asano’nun baş encümenlerinden ve en önemli adamlarından biri olan, yazımızın başında da bahsettiğimiz oishi kuranosuke, çeşitli düşünceleri dinlemiş ve sonunda bir plana karar vermişti. şoguna, asano ailesinin, asano’nun ufak kardeşi daigaku’nun liderliğinde yeniden tesis edilmesine dair bir talepte bulunacaktı. oishi kuranosuke, kaleyi barışçı yöntemlerle tekrar ellerinde tutmaya devam etmeleri, bu esnada asano’nun eski gücüne kavuşması için mücadele etmeleri gerektiğini ve güçlü bir hale gelindiği, fırsatlar yaratıldığı zaman kira’dan intikamın alınmasını salık vermişti.


ama bir kısım askerler bu karardan hiç hoşnut değildi ve bir an önce harekete geçmek istiyor ve kabaran intikam duygularından dolayı bekleyemiyorlardı. bundan dolayı bir grup asano savaşçısı, intikam almanın yollarını planlamaya başlamıştı. çünkü efendilerinin ölümünden dolayı kira’yı sorumlu tutuyor ve bir an önce onun kellesini almak istiyorlardı. ama diğer taraftan kira aptal biri değildi ve asano tarafından gelebilecek herhangi bir intikam saldırısını hesaba katarak şahsi korumalarını arttırmıştı. oishi, “intikam soğuk yenen bir yemektir” düşüncesini fazlasıyla benliğinde taşıyacaktı.


aradan birkaç gün geçtikten sonra, şogunun ajanları ako kalesi’ne yollandı. asano samuraylarının bir çoğu kaleyi terk etti ve sadece 60 sadık samuray kalmıştı. şogunun adamları kaleye varmadan önce ölen liderin kardeşi daigaku asano, oishi’ye bir mektup yolladı. mektupta şogunun emirlerine uymalarını ve kaleyi vermelerini istedi.


oishi ve geri kalan 59 samuray, asano lordunun sözcüklerini bağlayıcı buldukları için onun isteğini kabul etmişti. ama kaleden ayrılmadan önce, efendilerinin öcünü almak ve kira’yı öldürmek için planlar yaptılar. çünkü bir samuray karakterine sahip olmayan kira yüzünden efendileri ölmüş ve asano ailesi trajik bir sona gelmişti. en önemli istekleri, asano’nun yasal şerefinin geri verilmesiydi.


asano’ya hizmet eden eski samurayların, kendisinden intikam alacağından doğal olarak şüphelenecek olan kira’dan söz konusu planı saklamak için adamlar dağılmışlardı. oishi, kyoto’nun varoşlarından yamashina’ya gitmişti. bir kurnazlık düşünerek, şehirdeki şogun polislerini ve kira’nın bir çok casusunu aldatmak için sarhoş bir kumarbaz rolünü oynamış ve şehirde bu sıfatla ünlenmiştir.


diğer taraftan şogun hala bu konuyla ilgileniyordu. daigaku asano’nun tutuklanmasını emretti ve asano ailesini ana malikanelerinde yaşamaya mahkum etti. böylece asano ailesinin yeniden tesis edilmesine dair umutlar suya düşürülmüştü.


asano’nun adamları yaklaşık iki yıl boyunca sabrederek intikam alacakları günü iple çekmişler ve beklemişlerdi. kira’dan planlarını saklayabilmek ve bilgi almasını önlemek için tüccar kılığına girmişler, sokakta satıcılık yapmışlar ve sürekli içmişlerdi. kira’nın konağına saldırmak için uygun anı bekliyorlardı.


oishi gibi kişiler gelecek kaygısı duymadan ve kaybedebileceklerini düşünmeden, intikam ateşiyle yanıp sönmekteydiler. oishi’nin adamları (artık ronin diyelim) bazı silah ve zırhları saklamışlardı. oishi karısından ayrılarak kendisini intikama adamıştı. bir olaya göre, satsuma’dan bir samuray, yolda içen oishi’yi görmüş, ağız dalaşına girmiş ve onun gerçek bir samuray olmadığını söylemiştir.


bu inanılmaz bir sabır örneğiydi. 2 yıl boyunca intikam duygusuyla yaşamak, intikam duygusunun kalplerinde hiç sönmemesi, hep içlerinde yaşatmaları ve bunu sadece efendilerine onurunu geri vermek için büyük sadakatle yapmaları, olayın niteliğini, şaşırtıcılığını, muazzamlığını gözler önüne seriyordu. 2 yıllık bekleyiş sonucunda hiçbir faaliyet gözlere çatmayınca, kira ve adamları rahatladılar. oishi ve adamlarından şüphelenmemeye başladılar. artık oishi ve adamlarının istediği olmuştu.


gizli bir buluşmayla, oishi ve 59 ronin kira’ya karşı harekete geçmeleri konusunda mutabakata vardılar. ama oishi sadece 46 adamın harekete iştirak etmesine izin vermişti. geri kalan 13 adamı ailelerine gönderilmişti.


oishi ve adamları birer birer edo şehrine sızdı. 14 aralık 1702’nin karlı ve soğuk bir kış gecesinde, 47 ronin, kira çay töreni düzenlerken konağına doğru harekete geçti. 47 ronin iki gruba ayrılmıştı. bir kısmı konağın önünden, bir kısmı da arkadan saldırıya geçmişti. büyük bir çatışmanın ardından, 47 ronin kira’nın silahlı 61 nöbetçisiyle çatışmaya başladı. 1,5 saatlik çatışmanın sonunda kira’nın adamlarının işi bitirilmiş ve kira adamlarından mahrum kalarak savunmasız kalmıştı. roninler 1 adam kaybetmiş ve 46 kişi kalmışlardı.


aramalar sonucunda, kira konağın ek binalarından birinde gizlenmiş halde bulundu. roninler kira’yı avluya getirdi ve ona, liderleri asano’ya tanınmış aynı seçeneği ve ayrıcalığı tanıyarak onurlu bir şekilde intihar etmesini teklif ettiler. kira teklifi kabul etmedi. roninler, efendileri asano’nun kendisini öldürdüğü bıçakla onun kafasını kestiler. görevlerini tam anlamıyla sembolik olarak sonlandırmak için, efendileri asano’nun gömüldüğü sengakuji tapınağı’na geldiler. efendilerinin onurunu geri iade etmek için ve onun şerefine, kira’nın kesilmiş kafasını tapınağa yerleştirdiler.


onlar ölmeye çok önceden hazırdılar ve kendilerini bu intikama adamışlardı. 46 adam, gerçek samurayın olması gerektiği gibi sadakat olgusunu yerine getirdikleri ve yamaga soko gibi adamların ileri sürdüğü idealleri gerçekleştirmiş olmanın rahatlığıyla kaderlerini bekleyecekti. ayrıca dikkat edildiyse, asano’nun adamları kira’nın topraklarına saldırmamışlardı ve onlar için gerekli olan en önemli şeyi almışlardı. yani kira’nın kafasını... efendilerinin onurunu geri verecekleri en önemli malzemeyi…


geriye bir tek şey kalıyordu. oishi, edo’daki şogunluğa ne yapmış oldukları hakkında bilgi vermeleri için iki temsilci gönderdi. sengakuji tapınağı’nda bekleyeceklerini ve şogundan olay üzerine bir emir beklediğini iletmişti. burası yoruma ve her türlü değerlendirmeye açıktır. kaçmak yerine, görevlerini layıkıyla yerine getirmiş olmanın bir huzuru vardı ve onlar için bir nevi nirvanaya ulaşılmıştı. artık kalpler rahattı.


şogun tsunayoshi, kızgın olmak ve öfkelenmek yerine, 47 roninin liderine gösterdiği sadakate hayran kalmıştı. bu bakış açısı, şogun tsunayoshi’nin vereceği kararı çok müşkül hale getiriyordu. onlara büyük hayranlık duymuştu. ama bir yandan yürürlükte olan kanunlar vardı, uygulanması gerekiyordu. onların yaptıkları kahramanca işe sempatiyle bakmasına ve onlarla aynı duyguları paylaşmasına rağmen ikilem içindeydi. ya bushido felsefesinin en büyük yönlerinden birini gösterdikleri ve efendileri asano’nun onurunu savundukları için onları affetmeliydi. çünkü bushido prensipleri açısından, takdir edilecek bir olaya imza atmışlardı. ya da kanunlarda yazılı olduğu üzere onları cezalandırmalıydı. eğer duygusal sebepler nedeniyle onları affederse, onların onurlarını küçümsemiş ve samuray kurallarını zayıflatmış olmaz mıydı?


47 gün süren düşünme evresinden sonra tsunayoshi, oishi ve onun hayatta kalmış 45 adamına bir suçlu olarak değil, onurlu bir savaşçı olarak kendilerini infaz etmelerini emretmiştir. burası çok ilginçtir! eğer şogun bir suçlu olarak öldürülmelerini isteseydi, onların ortaya koydukları bushido felsefesi zedelenmiş olacaktı. ama onurlu bir savaşçı gibi ölmelerini emrederek, hem kanunları uygulamış hem de bushido felsefesini sekteye uğratmamıştır. roninler arasında en genç olanı, kira’nın ölümünü haber vermesi için ako’ya gönderilmiştir.


4 şubat 1703 yılında 46 ronin, dört gruba ayrılarak dört farklı daimyoya gönderilmişti. bunun nedeni, daimyoların, söz konusu emrin uygulanıp uygulanmadığını denetlemeleri ve ölümlerine tanıklık etmeleriydi. oishi ve geri kalan 45 ronin aynı anda kahramanca seppuku (hara kiri) yapmışlar ve onurluca kendilerini kurban etmişlerdir. ölümlerinden sonra 46 ronin, efendilerinin gömülü olduğu sengakuji tapınağı’ndaki mezarının her iki yanına gömülmüşlerdir.


söylentiye göre, sokakta oishi ile ağız dalaşına giren satsumalı samuray onların gömüldüğü sengakuji tapınağı’na gelmiş, ona hakaret ettiği ve bunun kefaretini ödemek istediği için, kendi karnını kesmiştir.


47 ronin intikamı, edo dönemi boyunca büyük tartışmalara yol açmış ve üzerinde çok konuşulmuştur. mesela oishi ve adamlarının uygun zamanı bekleyip saldırabilecekleri riski göz önüne alınarak kira’nın hayatının tehdit altında olmasının göz ardı edilmesi dikkatleri çekmiştir. ayrıca roninlerin yaptığı işin doğru olmadığını söyleyenler de vardı. yamamoto tsunetomo’nun yazdığı hagakure eserinde konfüçyüs bilgini sato naotaka’nın 47 roninin hareketini kusurlu bulduğu aktarılmaktadır. ona göre şogun, asano’ya intihar etmesini emretmişti ve mesele orada bitmeliydi. şogunun kararına uyulmalıydı. tsunetomo’nun inancına göre, 47 ronin sengakuji’de intihar ettiği zaman görevini tamamlamıştı. ama naotaka gibi kişiler kira için çok ağır laflar etmiş, onu korkak olarak değerlendirmiş ve onun hırsları yüzünden bir çok ölümün gerçekleştiğini söylemiştir. asami yasuda gibi isimler, 47 ronini savunmuş ve yaptıkları şeyin şogunluğa meydan okumak olmadığını belirtmiştir. japonya tarihinin en tanınmış oyun yazarlarından olan chikamatsu, chushingura adıyla 47 roninleri öven bir kabuki oyunu yazmış ve bu eser, ebedi bir klasik olmuştur.


oishi kuranosuke ve onun roninleri bir efsane oldu. onlar yıllarca japon televizyonlarında konuşuldu, sinemalara konu oldular, kitaplarda haklarında yazıldı çizildi ve her zaman inanılmaz göründüler. günümüzde idealize edilmiş samuraya duyulan özlem dinmiyor ve tokyo’nun sengakuji tapınağı gibi mekanlarda bu özlem fazlasıyla açığa çıkıyor. ziyaretçiler her gün 47 ronin’in mezarlarında tütsü yakıyor.(alıntı)


BUNRAKU



BUNRAKU



Bunraku (Japonca: 文楽, Bunraku), 1684 yılında Japonya'nın Osaka kentinde doğmuş geleneksel Japon kukla tiyatrosu türüdür. Ningyo coruri (人形浄瑠璃) olarak da adlandırılır. Bu ad şamisen çalımı ve gösteri metninin okunmasını kapsayan coruri / joruri müziği ve Japoncada kukla anlamına gelen ningyo sözcüklerinin birleşmesinden türetilmiştir. Bunrakuda şamisenin yerine nadiren de olsa taiko davulu denen bir tür tamtam da kullanılır.


Bunraku gösterilerinde üç tür gösterici yer alır:

Ningyōtsukai ya da Ningyozukai - Kuklacılar

Tayu - okuyucular


Şamisen müzisyenleri



Geçmişi


İlk olarak, bunraku terimi yalnızca 1872 yılında Osaka'da kurulan özel bir tiyatroyu belirtmek için kullanılıyordu. Daha sonra Umemura Bunrakken'dan adını alan bu kuklacılık türü öylesine büyük üne kavuştu ki pek çok Japon bu terimi geleneksel Japon kukla tiyatrosunun tüm türleri anlatmak için kullanmaya başladı. Başlangıçta kabuki gibi yalnızca soylu kesim için icra edilen bir sanat olduysa da Meiji dönemine gelinene kadar halk arasında da hızla yayıldı ve bu döneme kadar popüleritesini korudu.



Kuklaların özellikleri


Bunraku oyunlarında kullanılan kuklaların boyları 100 ila 125 santimetre arasında değişebilir. Boyutlardaki farklılıklar kuklanın yaşına, cinsiyetine ve kukla trupunun özelliklerinden ileri gelir. Japonya'daki tiyatrolar içinde, geleneksel Osaka tiyatrosundaki kukla figürleri diğer yerlere oranla daha küçük boyutta olmuştur. Başka bölgelerde, açıkhavada geniş mekânlarda sergilnen oyunların kuklalarının daha büyük tasarlanılması yoluna gidilmiştir


Bunraku kuklalarının baş bölümleri ve elleri, işlerinde uzman ustalarca işlense de gövde ve kostümler kuklacılar tarafından yapılır. Baş bölümünün tasarımında ayrıntılı işlemeler uygulanabilir. Eğer oyunlar doğaüstü güçleri anlatan bölümler içiriyorsa kukla, yüzü bir anda bir şeytanınkine dönüşen biçimlerde de tasarlanabilir. Daha basit yüz betimlemeleri sağa-sola, yukarı-aşağı hareket eden gözlerden, burundan, ağızdan ve hareket edebilen kaşlardan oluşur.


Kuklanın başının her hareketi, gövdenin arkasındaki bir boşluktan sol elini içeri sokarak, boyundan aşağı uzanan bir kulpu yöneten başkuklacı tarafından yapılır. Omozukai adı verilen bu başkuklacı, sağ elini ise kuklanın sağ elini hareket ettirmek için kullanır.[1] Hidarizukai ya da saşizukai denen sol kuklacı ise tiyatro topluluğunun kendi yöntem ve kurallarına göre kendi sağ eliyle kuklanın sol elini yönetir. Bu el kuklanın dirseğinden uzanan bir kulp aracılığıyla oynatılır. Aşizukai adı verilen üçüncü kuklacı da kuklanın ayak ve bacaklarını oynatır. Bir kukla oynatıcısının sahneye çıkabilmesi için en az 10 yıllık bir çıraklık sürecinden geçmesi gerekir. [2][1]


Bunrakuda hepsi olmasa da çoğu kukla karakteri 3 kuklacı gerektirir.[1] Bu kukla oynatıcıları diğer türlerin aksine saklanmaz, izleyicilerin gözü önünde çoğu zaman siyah elbiseler giyerek gösteriyi gerçekleştirirler. Bazı gösterilerde kuklacılar siyah başlıklarla baş ve yüzlerini de örterek görünmez olur, bazılarındaysa yalnızca başkuklacının yüzü açık bırakılır ve bu oyun türüne dezukai denir.[1]





Oyunun özellikleri



Genellikle bir okuyucu bütün karakterlerin bölümlerini okur. Bunu yaparken, bir karakterden öbürüne geçerken sesinin tonunu değiştirir. Ancak çoklu seslendirmelerin de yapıldığı görülür. Seslendirmeyi yapanlar, kuklaları oynatanlar değildir. Okuyucular dönen bir sahne üzerinde şamisen çalanların yanlarında oturur. Ara ara dönen bu sahne bir sonraki sahne için müzisyenleri değiştirir.


Bunraku kukla tiyatrolarında kullanılan şamisenler, diğer şamisenlerden daha farklıdır. Bu türün ses tonu daha alçaktır ve daha toktur.


Bunrakular, kabuki ile pek çok ortak konuya sahiptir. Pek çok oyun hem kabuki oyuncuları hem de bunraku sergileyen kukla trupları tarafından sergilenmiştir. Bunrakular özellikle âşıkların intiharlarını konu edinen oyunları ile bilinir. Kırk yedi Ronin adlı hikâye hem kabuki de hem de bunraku da ünlüdür.


Kabuki bir oyuncunun tiyatrosuyken, bunraku bir işleticinindir. Bunrakuda, gösterilerden önce okuyucu elindeki metinle birlikte sahneye çıkar ve izleyicileri selamlayarak kâğıtta yazılanlara bağlı kalacağına ilişkin söz verir. Kabuki de oyuncular kelime oyunları yaparlar, doğaçlama sözler söyler, zaman ve mekânın koşullarına göndermeler yaparak metinde yer almayan sözler söyleyebilirler


Bunraku oyularının yazımı konusunda en tanınmış yazarlardan biri Çikamatsu Monzaemon'dur. Kendisinin olduğu düşünülen yüzden fazla oyunla çoğu zaman Japonya'nın Shakespeare'i olarak adlandırılır.


Bunraku düzenleyen kuruluşlar, oynatıcılar ve kukla yapımcıları Japonya Hükûmeti'nin Yaşayan Millî Değerler programı altında korumaya alınmıştır



Günümüzde bunraku


Japonya'da Osaka, Ulusal Bunraku Tiyatosu devlet destekli bunrakunun merkezidir. Truplar yılda ortalama 5 oyun hazırlarlar ve her biri 2 ila 3 hafta Osaka'da sergilendikten sonra başkent Tokyo'da Ulusal Tiyatro'da oynanmak için turneye çıkar. Daha sonra Japonya'nın diğer yöreleri ve nadiren de olsa yurtdışı turneleri düzenlenir.


II. Dünya Savaşı'ndan önce profesyonel, yarı-profesyonel ve amatör truplarla sayıları yüzleri bulan kukla topluluklarının sayıları bu dönemden sonra hızla düşmüş ve günümüzde 30 dolaylarındadır. Bu truplar yılda bir-iki kez sahneye çıkar ve genellikle ulusal festivallerde görünürler. Bunların yanında bazı yerel kukla trupları etkin biçimde oyun sergilemeyi sürdürür.


Kobe'nin güneybatısında yer alan bir ada olan Avaci'de kurulan Avaci Kukla Topluluğu günlük olarak kısa gösteriler sunar ve bu gösterilerle Amerika Birleşik Devletleri, Rusya gibi ülkelere turneye çıkmıştır.(Kaynak.Vikipedi, özgür ansiklopedi)


















































































6 Eylül 2011 Salı

ATEŞ VE SU

ATEŞ VE SU

Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında

sevdalanmış onun deli dalgalarına.

Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,

yüreğindeki duruluğa

Demiş ki suya:

Gel sevdalım ol,

Hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa

al demiş;

Yüreğim sana armağan...

Sarılmış ateşle su birbirlerine

sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,

ateş, kül olmaya başlamış.

Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...

Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de

yüreğindeki kederi de

alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...

Aramış suyu diyarlar boyu,

günler boyu, geceler boyu

Bir gün gelmiş, suya varmış yolu

Bakmış o duru gözlerine suyun,

biraz kırgın, biraz hırçın.

Ve o an anlamış;

aşkın bazen gitmek olduğunu.

Ama gitmenin yitirmek olmadığını....

Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:

Ateş sudan,

su ateşden kaçar olmuş..

Ateşin yüreğini sadece su,

Suyun yüreğini

Sadece ateş alır olmuş...


( alıntı)

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Bir Nefes İstanbul'un Fotoğrafları - '' Charles Bukowski ''




Afrika'ya ilaç göndermeye karar vermiştik;

- fakat hepsinin üzerinde ''Tok Karnına'' yazıyordu...

5 Mayıs 2011 Perşembe

ANNELER GÜNÜ


Anneler Günü


Anneler Günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla tüm dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel gün. Anna Jarvis'in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında genişledi. Zamanla başka ülkelere de yayıldı.

Annelere armağan edilen bu özel gün Türkiye'de 1955 yılından bu yana kutlanmaktadır. Türkiye'de Mayıs ayının 2. Pazar günü Anneler Günü olarak kutlanır. Bu evrensel günde, Dünyada milyonlarca anne, çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.

Tarihi

Anneler günü, anneleri onurlandıran bir tatil günüdür. Değişik günlerde ve dünyada değişik ülkelerde kutlanır. Bu günde anneler çeşitli hediyeler alır.[1] Farklı ülkelerdeki insanlar yılın farklı günlerinde kutlar, çünkü gün rakamı farklıdır.

Anneler günü geleneği, Antik Yunanlı'ların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar. Antik Romalı'lar da ilkbahar festivallerini İsa'nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibele onuruna kutluyorlardı.[2]


Dünyanın değişik kısımlarında Anneler Günü


Anneler Günü dünyada farklı günlerde kutlanır. En geniş şekilde Mayıs ayının ikinci haftasında kutlanır


Şubat'ın ikinci Pazar günü
10 Şubat 2008
8 Şubat 2009
14 Şubat 2010

Norveç


2 Şubat
Yunanistan


Shevat 30
(30 Ocak-31 Mart arası bir zaman)
İsrail

3 Mart
Gürcistan

8 Mart
Afganistan
Arnavutluk
Ermenistan

Azerbaycan
Belarus
Bosna Hersek

Bulgaristan
Laos
Makedonya

Moldova
Karadağ
Romanya

Rusya
Sırbistan
Kazakistan

Büyük Perhiz'in dördüncü Pazarı
2 Mart 2008
22 Mart 2009
14 Mart 2010

İrlanda
Nijerya

Birleşik Krallık


21 Mart
(Ekinoks)
Bahreyn
Mısır
Irak

Ürdün
Kuveyt
Umman

Lübnan
Filistin
Katar

Suudi Arabistan
Sudan
Suriye

Birleşik Arap Emirlikleri
Yemen (Genel olarak her Arap ülkesi)


25 Mart
Slovenya


7 Nisan
Ermenistan


21 Nisan
(Çin takvimi)
Çin


Baisakh Amavasya (Mata Tirtha Aunsi)
Nepal


Mayıs'ın ilk Pazar günü
4 Mayıs 2008
3 Mayıs 2009
2 Mayıs 2010

Macaristan
Litvanya*

Portekiz
İspanya


8 Mayıs
Arnavutluk (Babalar Günü)
Güney Kore (Babalar Günü)


10 Mayıs
El Salvador
Guatemala

Meksika


Mayıs'ın ikinci Pazar günü
11 Mayıs 2008
10 Mayıs 2009
9 Mayıs 2010
8 Mayıs 2011

ABD
Anguilla
Aruba
Avustralya
Avusturya
Bahamalar
Bangladeş
Barbados
Belçika
Belize
Bermuda
Bonaire
Brezilya

Brunei
Bulgaristan
Kanada
Şili
Çin
Tayvan
Kolombiya
Hırvatistan
Kuba [4]
Curaçao
Çek Cumhuriyeti

Danimarka
Ekvator
Estonya
Finlandiya
Almanya
Gana
Yunanistan
Grenada
Honduras
Hong Kong
İzlanda
Hindistan
İtalya

Jamaika
Japonya
Kıbrıs Cumhuriyeti
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Letonya*
Malta
Malezya
Myanmar
Hollanda
Yeni Zelanda
Pakistan
Peru [5]
Filipinler
Porto Riko

Slovakya
Güney Afrika
Saint Lucia
Saint Vincent ve Grenadinler
Sint Maarten
Singapur
Surinam
İsviçre
Trinidad ve Tobago
Türkiye
Ukrayna
Uruguay

Venezuela
Zimbabwe


15 Mayıs
Paraguay


26 Mayıs
Polonya


27 Mayıs
Bolivya

Mayıs'ın son Pazar günü
25 Mayıs 2008
31 Mayıs 2009
30 Mayıs 2010

Cezayir
Dominik Cumhuriyeti

Fransa (Pentecost meydana geliyorsa Mayıs'ın ilk Pazarı)
Fransız Antilleri (Pentecost meydana geliyorsa Mayıs'ın ilk Pazarı)
Haiti

Mauritius
Fas

İsveç
Tunus


30 Mayıs
Nikaragua


1 Haziran
Moğolistan (Anneler ve Çocuklar günü.)


Haziran'ın ikinci Pazar günü
8 Haziran 2008
14 Haziran 2009
13 Haziran 2010

Lüksemburg


Haziran'ın son Pazar günü
29 Haziran 2008
28 Haziran 2009
27 Haziran 2009

Kenya


12 Ağustos
Tayland (Kraliçe Sirikit Kitiyakara' nın doğum günü)

15 Ağustos (Assumption Day)
[[Dosya:{{Şablon:Antwerp ülke ismi ülke bayrağı}}border22x20pxŞablon:Antwerp ülke ismi]] Antwerp (Belçika)
Kosta Rika


Ekim'in ikinci Pazartesi günü
13 Ekim 2008
12 Ekim 2009
11 Ekiim 2010

Malawi


14 Ekim
Belarus


Ekim'in üçüncü Pazar günü
19 Ekim 2008
18 Ekim 2009
17 Ekim 2010

Arjantin (Día de la Madre)


Kasım'ın son Pazar günü
30 Kasım 2008
29 Kasım 2009
28 Kasım 2010

Rusya


8 Aralık
Panama


16 Aralık, İran takvimi: 25 Azar (Anne ve çocuk vakfı)
İran


22 Aralık
Endonezya

yazı.vikipedi

4 Mayıs 2011 Çarşamba

ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI GEOMETRİ KİTABI VE ÖNEMİ


Atatürk’ün Yazdığı Geometri Kitabı ve Önemi


Atatürk Türk ulusu için her alanda yenilik ve çağdaşlığın yolunu açarken aynı zamanda bilimsel alanda da herkes tarafından bilinmeyen oldukça faydalı bir çalışmaya imza atmıştır.Atatürk 1936-1937 yıllarında küçük fakat işlevi ve önemi hacminden daha büyük denebilecek bir geometri kitabı yazmıştır.Yazdığı 44 sayfalık bu geometri kitabı ile geometri terimlerinin bugün kolay bir şekilde yazılıp anlaşılmasını sağlamıştır. Zira Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda kendi el yazısı ile kaleme aldığı geometri kitabında matematiksel birçok terim geliştirilmiş diğer taraftan bu kitap ile anlaşılması oldukça güç olan Osmanlıca geometri terimlerine Türkçe karşılıklar bulanarak geometrinin ezberlenmesi ve öğrenilmesi güçlüğüne son verilmiştir.


Kitap, 1937’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yazar adı konmadan yayınlanmış, kitabın ikinci bir baskısı 1971 yılında da Türk Dil Kurumu tarafından çıkarılmıştır. Birçok geometri terimini yazdığı bu kitapla anlaşılır hale getiren Atatürk’ün böylelikle geometrinin öğrenilmesi ve anlaşılmasındaki hizmeti büyük olmuştur.


Keza Osmanlıca sözcüklerle karşılaştırıldığında yapılan işin ne denli önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Yazımızın en altındaki karşılaştırmalarda da görülebileceği gibi bugün kullandığımız matematik ve geometri terimlerinin hemen hemen tamamı Atatürk tarafından türetilmiş olup bu sözcüklerin büyük çoğunluğu tutmuş yani kabul görmüştür. Atatürk’ün yazdığı geometri kitabının adı: “Geometri” dir. Kitap 3. Türk Kurultayı’ndan hemen sonra yazılmıştır.


Türkçe matematik ve geometri terimlerini Atatürk’e borçlu olduğumuzu biliyor muydunuz?


“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.” yerine “Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.” dememizi Atatürk’e borçluyuz.


“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.” Osmanlıca bilmeyenlerimizin bu cümleyi anlayacağını sanmıyoruz.


Bugün kullandığımız Türkçe ile yukardaki cümle şu anlama geliyor: “Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”1937 yılından önce öğrenciler matematiği Osmanlıca terimlerle öğreniyorlardı. Daha doğrusu öğrenmiyorlar, ezberliyorlardı. Ta ki, Atatürk’ün bizzat yazdığı Geometri kitabında yeni matematik terimler geliştirilene kadar bu durum böylece sürüp gitti.



Atatürk’ün Geometri İsimli Kitabı Yazmasının Sebebi:


1937 yılının Kasım ayında yeni bir eğitim ve öğretim yılına girilirken, Mustafa Kemal Atatürk, Türk Dil Kurumu’nun çeşitli bilim dallarına ait Türkçe terimleri saptadığını, bu sayede dilimizin yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda önemli adım attığını ilan eder. Aynı yıl içinde okullarda, eğitim Türkçe terimlerle basılmış olan kitaplarla yapılmaya başlanmıştır. Bu olay kültür hayatımız için önemli bir adım olmuştur. Atatürk, dilde özleşmeyi olanakların son kertelerine kadar zorlamış, bilim ve düşünce dilinin sadeleştirilmesinin ve eğitimin Türkçe yapılmasının gerekliliğini her yerde önemle vurgulamıştır. Atatürk’ün geometri kitabını yazmasındaki sebep:


● Türkçeyi yabancı kelimelerden arındırarak anlaşılır bir haline getirme çalışmalarına hizmet etmek
● Bilim dilinin de anlaşılır öz bir Türkçe olmasını sağlamak
● Böylelikle Türkçeyi bir bilim dili haline getirmektir.


Bazı Osmanlıca Geometri Terimlerinin Atatürk Tarafından Türetilen Türkçe Karşılıkları


*Bu’ud - boyut
*mekan - uzay
*satıh - yüzey
*kutur - çap
*nısf-ı kutur - yarıçap
*kavis - yay
*muhit-i daire - çember
*mümâs - teğet
*zâviye - açı
*re’sen mütekabil zâviyeler - ters açılar
*zâviyetan’ı mütabâdiletân-ı dâhiletan - iç ters açılar
*kaaide - taban
*ufkî - yatay
*şâkulî - düşey
*amûd - dikey
*zâviyetân-ı mütevâfıkatân - yöndeş açılar
*va’zîyet - konum
*mustatîl - dikdörtgen
*muhammes - beşgen
*müselles-i mütesâviyü’l-adlâ’ - eşkenar üçgen
*müselles-i mütesâviyü’ssâkeyn - ikizkenar üçgen
*şibh-i münharif - yamuk
*mecmû - toplam
*nisbet - oran
*tenasüb - orantı
*mesâha-i sathiyye - alan
*müştak - türev
*müsavi - eşit
*mahrut - koni
*faraziye - varsayı
*hat - çizgi
*mukavves - eğri
*seviye - düzey
*dılı - kenar
*muvazi - paralel-koşut
*menşur - pürüzma
*hattı mail - eğik
*veter - kiriş
*re’s - köşe
*zaviyei hadde - dar açı
*hattı munassıf - açıortay
*muhit - çevre
*kaim zaviyeli müselles - dikey üçgen
*tamamlıyan zaviye - tümey açı
*murabba - kare
*mümaselet - imsiy
*umumi totale - ökül küre - yüre


Atatürk’ün önerdiği kelimelerden sadece “varsayı, pürüzma, dikey üçgen, dikey açı, tümey açı, imsiy, ökül, yüre” terimleri yerine, bugün sırasıyla “varsayım, prizma, dik üçgen, dik açı, tümler açı, benzerlik, tüm/bütün, küre” terimleri kullanılmaktadır.
http://www.ataturkinkilaplari.com

27 Şubat 2011 Pazar

Bella Ciao ( cav bella ) ŞARKISI


-beliriz albümünden geleneksel
-süre belirsiz
-yazar bilinmiyor

BELLA CİAVO ( cav bella ) ŞARKISI





Bella Ciao, (Türkçe'de Çav Bella olarak bilinir) II. Dünya Savaşı sırasında, İtalyan partizanların söylediği bir şarkıdır.

Parça Milva'dan Yves Montand'a, KUD Idijoti'den Kızıl Ordu Korosu'na onlarca şarkıcı ve grup tarafından seslendirilmiştir. Türkiye'den de Grup Yorum "Çav Bella" adıyla, Mehmet Taneri de "Sen Sen Sen" adıyla şarkıyı Türkçe yorumlamışlardır. 1991 yılında Gökhan Semiz ve Grup Vitamin, Bella Ciao'ya eğlenceli Türkçe sözler yazarak şarkının bir parodi versiyonunu yapmışlardı. "Cevriye" adlı bu şarkı grubun kendileriyle aynı adı taşıyan rap albümlerinde yer almaktadır.

Çav Bella şarkısı İtalya'da Mussolini döneminde anti - faşist , komünist , devrimci , sosyalist grupların marşıdır . Bu sözlerin yazarı bilinmemektedir , ve melodisi eski İtalyan Halk Şarkılarından Po Valley adlı şarkının melodisine benzemektedir .


Şarkının sözleri

Bir sabah uyandım
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Bir sabah uyandım
Ve işgalcileri buldum

Ey partizan beni uzaklara götür
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Ey partizan beni uzaklara götür
Çünkü ölümün yaklaştığını hissediyorum

Eğer ben ölürsem partizanca
(Eğer ben ölürsem dağlarda)
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Eğer ben ölürsem partizanca
(Eğer ben ölürsem dağlarda)
Sen gömmelisin beni

Beni dağlara göm
(Sen gömmelisin beni)
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Beni dağlara göm
(Sen gömmelisin beni)
Güzel bir çiçeğin gölgesinin altına

Gelip geçenler diyecek
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Gelip geçenler diyecek
"Ne güzel bir çiçek"

Bu Partizan'ın çiçeğidir
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Bu Partizan'ın çiçeğidir
Özgürlük için ölen Partizanın

Metin Creative Commons Attribution/Share-Alike Lisansı altındadır; ek koşullar uygulanabilir. Ayrıntılar için Kullanım Koşullarına bakın.(vikipedi.özgür ansiklopedi)

CAV BELLA 4 FARKLI DİLDE

25 Şubat 2011 Cuma

ATATÜRK'ÜN TÜRK ORDUSUNA MESAJLARI


ATATÜRK'ÜN TÜRK ORDUSUNA MESAJLARI


MEŞHUR EMİR

Dumlupınar Zaferi'nden sonra, 1 Eylül 1922 tarihinde kendi el yazısı ve imzasıyla Türk Ordusu'na verdiği meşhur emir

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ORDULARI!

Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.

Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandalığına emrettim.

Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikrî güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkumandan Mustafa Kemal
1 Eylül 1338 ( 1922 )


NEFERLERE

Sakarya Zaferi'nden sonra TBMM'ce 19 Eylül 1921 günü Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verilen Mustafa Kemal'in ilk işi bu mesajı orduya göndermek olmuştur...


Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rasgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alteden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan bir millete yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi ünvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbeyle yükselen ordu, en şerefli ve en ulu bir gazayla mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük muzafferiyetin millet tarafından takdirine delalet eden bu ünvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halâsı nasip etsin

Başkumandan Mustafa Kemal
20 Eylül 1921


CUMHURİYET'İN 15. YILDÖNÜMÜ'NDE ATATÜRK'ÜN ORDUYA SON MESAJI
29 Ekim 1938

"Zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu!

Memleketini, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet'in bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.

Bugün, Cumhuriyet'in 15. yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden büyük Türk milletinin huzurunda kahraman ordu, sana kalbî şükranlarımı beyan ve ifade ederken, büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.

Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve âmade olduğuna, benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragat-i nefs ve istihkâr-ı hayatla her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün ulusun muvacehesinde beyan ederim.

Cumhuriyet Bayramı'nın 15. yıldönümü hakkınızda kutlu olsun..."

Mustafa Kemal ATATÜRK
29 Ekim 1938
Kaynak : Atatürk, Hazırlayan: Mehmet Özel, T.C. Kültür Bakanlığı, Milliyet Yayınları.
..:::: www.TEKADAMDEVRİMİ.com ::::..


ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLARDAN...


ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLARDAN...

Falih Rıfkı Atay anlatıyor: "İzin alıp Ata’nın odasına girdim; beyaz keten gecelik entarisi ile, geniş koltuğa bağdaş kurmuş dinleniyordu; elinde bitirmek üzere olduğu bir kitap vardı, bana;
Hoş geldin, otur bakalım... Elime bir tarih kitabı geçti... Bilmem ne zamandan beri okuyorum, dedi; hayretle sordum:
Yorulmadınız mı Paşam?
Hayır; yalnız gözlerim yaşarıyor, fakat onun da çaresini buldum. Birkaç metre tülbent aldırdım, işte gördüğün gibi parça parça kestirdim; ara sıra bunlarla gözlerimi kuruluyorum."

Ata’nın Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
"Bir geziden Ankara’ya dönüşümde doğrudan Köşk’e gitmiş, Ata’nın özel hizmetine bakanlara ne durumda olduğunu sormuştum; ‘iki gün iki gecedir ki durmadan kitap okuyor; yalnız birkaç kere banyo yaptı ve koltuğunda dinlendi’ dediler."

Gürbüz Tüfekçi, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar araştırmasında bu kitap tutkusunu ve kültür derinliğini rakamlarla yansıtıyor:
1800 dolaylarında Türkçe ve Fransızca kitap okumuş.
200 bin dolaylarında satır altı, kırmızı, mor kalemlerle çizilmiş.
Binlerce kenar notu ve dipnot yazmış.
Binlerce çarpı işareti koymuş.


ATATÜRKÜN KİTAPLIĞINDAKİ TÜRKÇE VE OSMANLICA KİTAPLARDAN BAZILARI

Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Mehmet Salahi : Kamus-u Osmani
Avram Galanti : Türkçede Arabi ve Latin Harfleri ve İmla Meselesi
Mehmet Ali : Tahsil-i Lisan-ı Alman
Nüzhet : Kendi Kendine Almanca
Ahmet Cevat : Türkçe sarf ve nahif
Kazım Nami : Türkçe Oku, Türkçe Yaz
Mithat Sadullah : Latin Harflerinin Türkçeye tatbiki
İbn Emin Mahmut Esat : Tarih-i Din-i İslam
Osman Bin Süleyman : Kamus
Lütfullah Ahmet : Hayat-ı Hazret-i Muhammet
Abdunnaim Bin Hasan : Ceridetül Evail ve Hamidetül Evahir
Ahmet Halit : İslam Büyükleri
Abdurrahmanil Cami : Tercüme-i Nefhatül İnsan
Mehmet Cemil : Hukuku Düvel
Katip Çelebi : Cihannuma
Feridun Bey : Feridun Bey Münşeatı
Mehmet Bin Sait : Kitabü'l Tabakatü'l-Kebir
Şemseddin Sami : Kamusu Alam (6 cilt)
Şemseddin Sami : Kamusu Okyanus
H.Z. Ülken : Aristo Metafizik
Süheyl Ünver : İbn-i Sina
Ahmet Rifat : Lügat-ı Tarihiye ve Osmaniye
M.Fuat : Amerika'da Tükler ve Gördüklerim
Rıza Tevfik : Kamus-u Felsefe
Cemal Paşa : Hatırat (1913 - 1922)
Mehmet Cemil : Sulhta ve Harpte Hukuku Düvel
Evliya Çelebi : Seyyahatname
Suphi : Tekmiletül'l-iber
Lütfi Simavi : Devr-i İnkılap
Mustafa Necip : Selimname
Osmanzade Taib : Hakikatü'l Vüzera
Ahmet Saip : Vaka-i Sultan Aziz
Ahmet Hilmi : Tarih-i İslam
Mazhar Fevzi : Hayr-i Sahil
Ziya Paşa : Endülüs Tarihi
Resulzade Mehmet Emin : Azerbaycan Cumhuriyeti
Ali Reşat : Tarih-i Osmaniye
Ali Reşat : Kurun-u Cedide Tarihi
Sebahattin : İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
Mahmut Esat : Tarih-i Dini İslam
Ahmet Mithat : İnkılap
Ahmet Cevdet : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Mustafa Efendi : Tarih-i Selanik
M. Şemsettin : İslam Tarihi
Ahmet Rasim : Osmanlı Tarihi
Necip Asım : Türk Tarihi
Mustafa Nuri Paşa : Netayic-ül Vukuat
Mehmet Zihni : Neşahir-ün Nisa
Mehmet Şemsettin : Mufassal Türk Tarihi
Ziya Gökalp : Türk Medeniyeti Tarihi


ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU YABANCI KİTAPLARDAN BİRKAÇI

M. Roux de Rochelle : Etats-Unis D'Amerique
M. Dubois de Jancigny ve M. Xavier Raymond : Inde
M. Chopin : Russie
M. G. L. Domeny de Nenzi : Oceanique
Bary de St Vinvent : Iles de l'Ocean
M. Ph. Le Bas : Etats de la Confederation Germanique
M. Van Hasselt : Belgique et Hollande
M. Louis Lacrcix : Iles de la Grece
M. Louis Lacrcix : Chili, Paraguay, Uruguay, Buenos Aires
Champollion Figeac : Egypte Ancienne
M. J. J. Marcel : Egypte depuis la conquete des Arabes
Rozet et Carette : Algerie, Etats Tripolitains, Tunisie
Lavalle ve Gueroult : Espagne
M. Ph de Golbery : Histoire et Description de la Suisse et du Tyrol
M. G. Pauthier : Chine et son Description Historique
M. Chepin ve A. Ubicini : Provinces Danubiennes et Roumanies
M. Ph. le Bas : Suede et Norvege
Ferdinand Denis : Portugal
Ferdinand Denis : Afrique
Ferdinand Deniz - M. C. Famin : Bresil, Colombie et Guyane
M. Larenaudiere ve M. Lacroix : Mexique Guatamala Perou
M. Davezat : Iles de l'Afrigue
M. A. Tardieu, M. S. Cherubini : Senegambie et Guinee
M. N. Desvergers : Nubie, Abyssinie
Lacroix Yanoski : Italie Ancienne
M. Le Chevalier Artaud : Italie Sicile
Frederic Lacroix : İles Baleres et Pithyuse
M. Friess De Colonma : Histoires des Antilles
M. Elias Rensult M. Roux De Rochelle : Villes Anseatiques
M. Ferdinand Hoeger : Chaldee Assyrie Medie Babylonie
M. Neel Desverges : Arabie
S. Munk : Palestine Description Geographique historique et areheologique
Jean Yanosky ve M. Jules David : Syrie Ancienne et Moderne
M. Dubeux : Tatarie, Beloutchistan
M. V. Valmont, M. Xavier Raymond : Boutan et Nepal
Ernest Lqvi see ve Alfred Rambaud : Histoire Generale du IV e Siecle a nos jours (12 cilt)
Jean Jaures : Histoire Socialiste de la Revolution Française
Hilaire de Barenton : Le Mystere des pyramides


ATATÜRK'ÜN DİL DEVRİMİ SIRASINDA ÇALIŞTIĞI KİTAPLARDAN BAZILARI

H. F. Kuergic : Psychologie de Quelgues Elements des Langues Turques (1)
Vilhelm Thomson : Inscription de l'Orkhon
M. Guizot : Dictionnaire Universel des Synonymes
M. Brasseur de Bourburg : La Langue Maya
Hilaire de Barenton : L'Origine des langues des Religions et des Peuples
..:::: www.TEKADAMDEVRİMİ.com ::::..


ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI KİTAPLAR


ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI KİTAPLAR


* NUTUK
* MEDENİ BİLGİLER (YURTTAŞLIK BİLGİLERİ)
* TAKIMIN MUHAREBE TALİMİ
* CUMALI ORDUGÂHI
* TAKTİK TATBİKAT ve SEYAHATİ
* BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ
* SUBAY ve KOMUTAN İLE KONUŞMALAR
* GEOMETRİ KILAVUZU


NUTUK

Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.
Nutuk ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır. Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yapılmıştır. Yazı inkılabından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Milli Eğitim Bakanlığınca üç cilt olarak yeniden basılmıştır. Nutuk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezince yeniden basılmıştır.


MEDENİ BİLGİLER (YURTTAŞLIK BİLGİLERİ)

"Medeni Bilgiler ve Atatürk'ün El Yazıları" adlı kitap Prof. Dr. A. Afetinan tarafından ilk kez 1930'da "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" adıyla yayımlanmıştır. Art arda baskıları yapılan ve uzun yıllar ortaokullarda ders kitabı olarak okutulan "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" in büyük çoğunluğu Atatürk'ün doğrudan doğruya kendisinin kaleme aldığı belgelere dayanmaktadır...


TAKIMIN MUHAREBE TALİMİ

Kitabın özü; seferi tam mevcutlu bir takımın, değişik hava şartları ve çeşitli arazide, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulaması, avcı hattı teşkiliyle bir avcı hattının ateş muharebesi üzerinde toplanmaktadır. Atatürk, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatın, önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır.


CUMALI ORDUGÂHI

Cumalı Ordugahı; Makedonya bölgesinde, Köprülü - İştip yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu ordugahta, 3. Süvari Tümen Komutanı Tuğgeneral Suphi Paşa'nın komutası altında kurulan bir süvari tugayına eğitim ve manevra yaptırılmıştır. Bu manevraya katılan Mustafa Kemal, "Cumalı Ordugahı" adlı eserini yazmış; süvari, bölük, alay, tugay eğitim ve manevralarını anlatmıştır. 10 gün süren bu tatbikat sırasında tututuğu gözlem notlarını, hazırlanan meseleleri ve komutanların yaptıkları eleştirileri yazmış, bol kroki ile küçük bir broşür haline dönüştürmüştür. 12 Eylül 1909'da tamamladığı bu eseri, Selanik'te 1909 yılında matbaa harfleriyle basılmıştır. Eser; 39 sayfa metin ve 7 adet krokiden oluşmaktadır.


TAKTİK TATBİKAT ve SEYAHATİ

Bu eserinde, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olamadığını vurgulaması yanında, komutan olan kişinin nitelikleri üzerinde de durmuştur. Bunlar ise; birliğini barışta ve savaşta eğitmek, yönetmek ve gözetmekteki üstün başarı, elindeki kuvvetin eksikliğini giderecek düşünce gücü ve astlarından her konuda üstünlüğü sağlamaktır. Bu eserde ayrıca bir komutanın başarılı olabilmesi için bu kuralları sadece okumuş ve öğremiş olmanın yeterli olamadığı, bunların tatbikatının da önemi belirtilmiştir.


BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ

Bu eser, meskun yerlerde muharebe, savunma ve taarruz konularını kapsamaktadır. Meskun yerlerin sınırlayıcı durumlarının muharebeye etkisi, savunma mevziinin seçimi, savunma mevziinin hazırlanması, ateş sahalarının temizlenmesi, ateş taksimi, ateş tutmayan ölü bölgelerin kapatılması ve mevziin işgali gibi savunmanın esasını oluşturan konular işlenmiştir.


SUBAY ve KOMUTAN İLE KONUŞMALAR

"Subay ve Komutan ile Konuşmalar" Atatürk'ün askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisidir. Bu eser, Atatürk, 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya askeri Ataşesi olarak bulunduğu sırada, Nuri conker'in "Zabit ve Kumandan (Subay ve Komutan)" adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.

Genç subayın, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları nasıl sezdiğini; bunlara karşı tepkisiz kalmayarak üst makamlara hatalar ve çözüm yollarını nasıl sunduğunu; ülkenin içinde bulunduğu askeri ve siyasal durumdan duyduğu acılar kitabın birinci bölümünde yer almaktadır.

Atatürk, bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, insiyatif özellikleri hakkında, Nuri Conker'in görüşlerine katılmış ve kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.

Bunların yanı sıra, Türk kadınının, aslında toplumu yaratmada çok etkili olabilecekken, suskunluğu seçtiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktan kendini alamamıştır. Türk ulusu hakkında ise "kuşkusuz bizim ulusumuzun karakteri de bütün karakterler gibi yükselmeye ve istenen şekle girmeye elverişlidir. Fakat kendi kendisine olmak koşuluyla..."dedikten sonra, dışardan ulusumuzun karakterine yapılmak istenen etkilerin amacına ulaşamayacağını vurgulamıştır.

Subaylarda ve erlerdeki inisiyatif özelliğine eserinde geniş bir bölüm ayıran Atatürk, kendi dönemindeki ile daha önceki dönemlerde Osmanlı ordusunu kıyaslamıştır. Özellikle Trablusgarp Savaşı'nda edindiği deneyimler ile kendiliğinden hareket ve iş görme özelliğinin, olması gereken sınırını göstermiştir.

Atatürk, eserin son bölümünde, Kuzey Afrika'da birlikte çarpıştığı korkusuz ve yiğit silah arkadaşlarını anmış ve onları "yüksek askerlik niteliklerine" sahip insanlar olarak tanımlamıştır. Bu davranışı O'nun diğer bütün üstünlüklerinin yanı sıra insancıl yönüne de tanıklık eder.


GEOMETRİ KILAVUZU

Atatürk'ün ölümünden bir buçuk yıl kadar önce kendi el yazısı ile yazdığı Geometri Klavuzu ( 1936 - 1937 ), dil, bilim, kültür ve eğitim açısından çok önemli, çok değerli bir çalışmadır. Kitap, ilk olarak Kültür Bakanlığı ( o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı'na bu ad veriliyordu ) tarafından yayımlanmıştır.

Kitabın üzerinde yazarın adı yoktur, ama kılavuzun kapağında Atatürk'ün bu çalışma için "Geometri öğretenlere, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neşredilmiştir" denilmiştir.

Mustafa Kemal tarafından 1932'de Türk Dil Kurumu Başuzmanlığına getirilen, Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nde dilbilim tarihi ve genel bilim dersleri okutan ( 1936 - 1951 ) ve kendisine Atatürk tarafından Dilaçar soyadı verilen Agop Dilaçar, kılavuzun Türk Dil Kurumu Yayınları arasında çıkan yeni baskısına ( 1971 ) yazdığı önsözde "Yazar adı yok, fakat yazının ruhu ve tutumu onun, Atatürk'ten çıkmış olduğunu apaçık gösterir" demiştir.
Kaynak :
Atatürkçü Düşünce Derneği Web Sayfası
Cumhuriyet Gazatesi, Cumhuriyet Kitapları Serisi

23 Şubat 2011 Çarşamba

TAKVİM - HİCRİ TAKVİM

İSLAM

inaçlar

Allah

Allah'ın varlığı ve birliği
Melekler
Kutsal kitaplar
Muhammed peygamber ve
diğer İslam peygamberleri
Ahiret
Kader

Temel ibadetler

Şehadet etmek
Namaz kılmak
Zekat vermek
Oruç tutmak
Hacca gitmek

Özel günler

Ramazan bayramı
Kurban bayramı

Metin ve Tüzeler

Kur'an
Sünnet
Hadis
Fıkıh
Şeriat
Kelam
Tasavvuf

Tarih ve Kişiler

İslam'ın zaman dizini
Ehli Beyt · Sahabe
Sünnilik · Şiilik · Haricîlik
Dört Halife

Kültür ve Toplum

Abdest · Bayramlar · Bilim
Camiler · Felsefe · Fitre
Kurban · Mezhepler
Nüfus · Sadaka · Sanat
Takvim ·

Diğer Göksel Dinler

Musevilik · Hristiyanlık



Hicri takvim veya Müslüman takvimi ya da İslami takvim (Arapça: التقويم الهجري‎; at-taqwīm al-hijrī; Farsça: تقویم هجری قمری ‎ taqwīm-e hejri-ye qamari; Urduca: اسلامی تقویم Islami taqwīm; Endonezce: Kalender Hijriah; Malayca: Takwim Hijrah), 1 yılı 354 ya da 355 gün olan ve 12 kameri aydan oluşan bir takvimdir.

Hicri takvim Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir. Hicri takvim, Hicri Şemsi takvim ve Hicri Kameri takvim olmak üzere ikiye ayrılır.

AYLAR

1.Muharrem....
2.Safer
3.Rebiülevvel
4.Rebiülahir
5.Cemaziyelevvel
6.Cemaziyelahir
7.Recep
8.Şaban
9.Ramazan
10.Şevval
11.Zilkade
12.Zilhicce

Hicri takvimde 12 ay bulunmaktadır. Bunlardan içlerinde en saygın ve önemli kabul edileni Ramazandır.

Hicri Şemsi takvim

Hicri Şemsi takvim, miladı 20 Eylül 622 olan ve dünyanın güneş etrafındaki dolanımını esas alan takvimdir. Osmanlı Devleti'nde bu takvime Rumi takvim adı veriliyordu. Temel olarak Miladi takvim ile aynıdır. Aralarındaki fark milatlarının farklı olmasıdır. Bu takvim çeşidinde miladi takvimle arasındaki fark sabittir ve değişmez.

Hicri Kameri takvim

Hicri Kameri takvim, miladı 16 Temmuz 622 olan ve ayın dünya etrafındaki dolanımını esas alan takvimdir. Yani bu takvim gerçek Hicri takvimdir. Bu takvim çeşidinde miladi takvimle arasındaki fark sabit değildir. Bu fark yaklaşık olarak 33 yılda 1 yıl etmektedir.(vikipedi.özgür ansiklopedi)





TAKVİM - ASTRONOMİK YIL NUMARALANDIRMA

Astronomik yıl numaralandırma,

MS (Latince AD (Anno Domini)) türü yıl numaralandırmayı temel alan ancak onluk tamsayı yıl numaralarını daha yakından izleyen bir numaralandırma yöntemidir. 0 yılını da içeren bu yöntem daha önceki yılları '-' işaretiyle belirtmektedir. Bu yöntem, MÖ (İngilizce BC) gibi dönem belirteçlerini içermemektedir. Böylece, MÖ 1 yılı 0, MÖ 2 yılı -1 ve MÖ n yılı (1 - n) olarak gösterilmektedir. MS 1 ve sonraki yıllar yalnızca sayıyla ya da '+' işaretiyle birlikte gösterilmektedir. Sıfır sayısı hesaplama kolaylığı açısından önem taşımaktadır. Şöyle ki; astronomide iki zaman dilimi arasındaki yıl farkı bu iki dönemin sona erdiği yılların farkı alınarak bulunabilmektedir.

Sistemin adı astronomideki kullanımından gelmektedir. Tarih dışındaki bilimlerin hemen hiçbiri 1 yılındsn öncesini konu edinmemektedir ancak arkeoloji ve jeoloji bu yılları 'günümüzden önce' biçiminde anmaktadır. Astronomik ve tarihi yıllar arasında 1 yılından önceki 1 yıllık fark, tutulmalar ve yörünge çakışmaları gibi olayların meydana geliş zamanlarının hesaplanmasında önem taşımaktadır.

Sıfır yılı ilk kez 18. yüzyıl Fransız gökbilimcileri Philippe de La Hire (1702) ve Jacques Cassini (1740) tarafından kullanılmıştır. Ancak, bu bilimadamları yılları ait oldukları dönem belirteçleriyle birlikte kullanıyorlardı (MÖ 2, MÖ 1, 0, MS 1, MS 2 şeklinde). 19. yüzyılda MÖ/0/MS ve −/0/+ gösterimleri birlikte kullanılmaya başlandı. −/0/+ gösterimi 20. yüzyıl ortalarına dek ağırlık kazanmamıştır.

(İngilizce Vikipedi'deki 13.01.2009 tarihli Astronomical year numbering maddesi)

22 Şubat 2011 Salı

TAKVİM - 12 HAYVANLI TAKVİM


12 HAYVANLI TAKVİM


12 Hayvanlı Takvimi (Çince: 地支 Dìzhī veya 十二支 Shíèrzhī; Japonca: 十二支 Jūnishi veya 干支 Eto), Çin kökenli olup Asya'da yaygın olarak kullanılmış takvim, aynı zamanda bir sistem.

12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil Bulgarları da kullanmış ve Hiung-nu'lar da Çin'in hemen kuzeyinde bulundukları için büyük ihtimalle de kullanmıştır.[kaynak belirtilmeli]Göktürk Yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarları'nın yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi ve Manas Destanı'ndaki bazı olaylar da bu takvimle ile tarihlendirilmiştir

TARİH

Edouard Chavannes'in "Le Cycle turc des Douze Animaux 12 Hayvanlı Türk Takvimi adlı araştırmasında, Asya'da kullanılan 12 Hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemi olduğunu ve Çinlilerin bu takvimi Türklerden aldığını düşünerek "12 Hayvanlı Türk Takvimi" adı koymuştur.

YILLAR

1- Sıçan - zǐ -Fare -0° Kuzey
2- Ud Sığır - chǒu - Öküz
3 -Bars - yín- Pars
4-Tavışgan - mǎo - Tavşan - 90° Doğu
5- Lu[1][2] - chén - Ejderha
6- Yılan - sì - Yılan
7- Yunt - wǔ - At - 180° Güney
8- Koy - wèi - Koyun
9- Biçin - shēn - Maymun
10- Tabuk - yǒu -Tavuk - 270° Batı
11- İt - xū - Köpek
12- Tonguz - hài - Domuz

ESKİ TÜRKLERDE AYLAR

Bir yılda 12 ay vardı. Aylar birinçay (birinci ay) , ikinçay (ikinci ay), üçünçay (üçüncü ay), dördünçay (dördüncü ay), beşinçay (beşinci ay), altınçay (altıncı ay), yedinçay (yedinci ay), sekizinçay (sekizinci ay), dokuzunçay (dokuzuncu ay), onunçay (onuncu ay), onbirinçay (onbirinci ay) ve onikinçay (onikinci ay) diye adlandırılmıştır.

ESKİ TÜRKLERDE MEVSİMLER

Eski isim Günümüzde

Oğlak ay İlkbahar
Uluğ Oğlak ay Yaz
Uluğ ay Sonbahar
Ay Kış

GÜNLER

Türklerde gün isimlerinin yabancı kökenli olmasının sebebi bazı tarihçilere göre; göçebelik sebebiyle Türklerde gün kavramının gelişmemesidir.[kaynak belirtilmeli] Türk Takvimi'nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saatti. Herbir çağ ise sekiz Kehten ibaretti. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü alınırdı.

YILLARIN KARŞILIKLARI

Karşılığı Yıl

Fare 2008, 1996, 1984, 1972, 1960, 1948, 1936, 1924
Öküz 2009, 1997, 1985, 1973
Kaplan 2010, 1998, 1986, 1974
Tavşan 2011, 1999, 1987, 1975
Ejderha 2012, 2000, 1988, 1976
Yılan 2013, 2001, 1989, 1977
At 2014, 2002, 1990, 1978
Koyun 2015, 2003, 1991, 1979
Maymun 2016, 2004, 1992, 1980
Tavuk 2017, 2005, 1993, 1981
Köpek 2018, 2006, 1994, 1982
Domuz 2019, 2007, 1995, 1983
(vikipedi.özgür ansiklopedi)

TAKVİM - GREGORYEN TAKVİM


GREGORYEN TAKVİM

Gregoryen takvim ya da Miladî takvim, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder.

Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir. Aralarında Türkiye'nin de olduğu çoğu ülke tarafından kullanılan bu takvim, senede 10.8 saniye hata oranıyla en güvenilir ve hassas takvimdir.



TARİHÇE

4 Ekim 1582'de kabul edilmiştir. Değişik tarihlerde önce Avrupa'da daha sonra dünyanın geri kalanında yayılmıştır.

Gregoryen takvim oluşturulurken Jülyen takvimine 10 gün ilave edilmiştir; 5 Ekim Cuma günü, 15 Ekim Cuma olarak kabul edilmiştir. 1752'de kabul eden ülkeler ise 11 gün ilave etmek durumunda kalmışlardır.

TÜRKİYE

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, önce Hicrî takvim, sonra da 1 Mart'ı yılbaşı kabul eden Mali takvim kullanılmıştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra, Malî 26 Kânun-ı evvel 1341'de (26 Aralık 1925) kabul edilen "Takvimde Tarih Mebdeinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun" ve "Günün 24 Saate Taksimi Hakkında Kanun" adlı iki ayrı yasayla 1 Ocak 1926'dan başlayarak Gregoryen takvim benimsendi.

Yılbaşını 1 Ocak olarak alan bu takvimin yanı sıra günü 12 saatlik gündüz ve 12 saat gece dilimlerine ayıran saat sistemi yerine 24 saatlik bir gün kabul edildi.

GÜVENİRLİĞİ

Gregoryen takvim, günümüze kadar kullanılan takvimler içinde en az hatalı olanıdır. Günümüzde bir ekinoks yılı 365.242375 gündür. Gregoryen takvimde ortalama bir yıl 365.2425 gündür ve gerçek ekinoks yılı uzunluğuna oldukça yakındır.

Senede "ortalama" 0.000125 günlük bu ufak hata, 10.8 saniyeye tekabül eder. Takvim hesaplamasında 1 günlük hatanın ortaya çıkması için yaklaşık 8000 yıl geçmesi gerekir. Bununla birlikte 8000 yıl içerisinde bir ekinoks yılının uzunluğu da sabit kalmayacaktır ve hangi uzunlukta olacağı tam olarak bilinemez. Bu nedenlerle Gregoryen takvim yeterli hassasiyette bir takvimdir ve yeniden düzenlenmesi çok uzun bir süre gereksizdir.

YILBAŞI

Daha önce 25 Mart olan yılın ilk günü, 1 Ocak olarak kabul edildi. Şubat ayının 28 gün olması durumu devam ettirildi.

Sıra Ay Gün sayısı

1 Ocak 31
2 Şubat 28 veya 29
3 Mart 31
4 Nisan 30
5 Mayıs 31
6 Haziran 30
7 Temmuz 31
8 Ağustos 31
9 Eylül 30
10 Ekim 31
11 Kasım 30
12 Aralık 31

ARTIK YIL

Artık yıllar, Şubat ayının 28 yerine 29 gün çektiği yıllardır. Bu uygulama, Dünyanın Güneş çevresindeki bir turu 365 gün değil, yaklaşık olarak 365 gün ve altı saat sürmesi nedeniyle her sene sonunda artan 6 saatlik süreleri bir tam güne çevirmek için oluşturulmuştur.

Gregoryen takvimde sonu -00 ile bitmeyen ve 4'e kalansız bölünebilen tüm yıllar artık yıldır. Sonu -00 ile biten yıllar, yani yüzüncü yıllar ise eğer 400'e bölünebiliyorlarsa artık yıl olabilirler. Örneğin 1900 yılı artık yıl değilken 2000 yılı artık yıldır.

Artık yıllar her dört senede bir tekrar ettiği için, en son artık yıl olan 2008'den itibaren 2012, 2016, 2020,... şeklinde 2100 yılına kadar devam edecek, 2100 yılı 400'e kalansız bölünemeyeceği için artık yıl olmayacaktır.

DÜZENLEMENİN NEDENİ

Bu düzenlemenin nedeni Mart ekinoksunu, 21 Mart tarihine mümkün olduğunca yakın denk getirmektir. Böylece Paskalya bayramı 21 Mart tarihinde veya hemen sonrasında kutlanabilecekti.

JÜLYEN - GREGORYEN ÇEVRİMİ

Jülyen takvimini Gregoryen takvime çevirmek için günümüzde 13 gün ilave etmek gerekir. 2100 yılından sonra bu fark 14 güne çıkacaktır. Bu durum bazı Ortodoks Kiliselerinin Noel kutlama tarihlerini 7 Ocak yerine 8 Ocak olarak değiştirecektir.
(yazı.vikipedi.özgür ansiklopedi)

BOŞANMA

BOŞANMA

Boşanma, evliliğin yasal olarak sona ermesine boşanma denir. Günümüzde daha yaygın olmakla birlikte, boşanma evlilik kadar eskidir. Eski çağlardan beri bütün toplumlarda boşanmaya rastlanmaktadır.


Boşanma, karşılıklı sevgiye, güvene ve mutluluk beklentisine dayalı olan evlilik ilişkisini sona erdirdiği için acı verici bir durumdur. Ana babanın mutsuzluğundan etkilenen çocuklar, boşanma sırasında anne ile baba arasında bir seçim yapmak zorunda kalırlar. Güven verici aile ortamını yitirdikleri duygusuna kapılırlar. Bundan dolayı boşanma çocuklar için özellikle zordur. Boşanmayla gelen değişiklikler, çoğu zaman çocukların davranış bozukluklarına yol açar. Dersleri aksar, arkadaşları ile olan ilişkileri etkilenir.

Ne var ki çocuklar, eşler arasındaki uyumun bozulduğu, karşılıklı suçlamaların ve saygısız davranışların yer aldığı bir ortamda da mutlu olamazlar. Bu türden etkilerin de davranış bozukluklarına yol açtığı bir gerçektir. Gerçeklerin çocuğa ya da çocuklara onların anlayacağı bir biçimde anlatılması, durumu kabullenmelerini kolaylaştırabilir. Evlilik kadar eski olan boşanma, toplumların tarihsel gelişimine göre değişen özellikler gösterir. İlkel bir yaşam süren Pueblo Yerli kabilelerinde kadın, kocasının ayakkabılarını evin eşiğine bıraktığında onu boşamış sayılır. Birçok eski toplumda erkek çocuğun dünyaya gelmesi evliliği kalıcı kılardı. Kadının kısırlığı ise erkek için haklı bir boşanma nedeni sayılırdı.

TARİHÇE

Eskiçağın Asur, Babil gibi Mezopotamya toplumlarında boşanma kurallara bağlanmıştı. Asur toplumunda, kocanın karısına karşı görevlerini yerine getirmemesi durumunda kadının boşanma hakkı vardı. Boşanan kadın, koca evine getirdiği çeyiz denilen eşyayı geri alabilir ve boşandığı eşinin mirası üstündeki haklarını da korurdu. Tutsak düşmüş bir savaşçının karısı iki yıl bekledikten sonra boşanmış sayılırdı ve yeniden evlenebilirdi. İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı toplumunda, boşanma hakkı ilke olarak kocaya tanınmıştı. Koca karısını tek yanlı olarak boşayabilir, üç kez yinelenen "boş ol" sözleriyle boşanma kesinlik kazanırdı. Buna rağmen boşanma, gelenekçi bir toplum olan Osmanlılarda hoş karşılanmadığı için yaygın değildi.

Hıristiyan dünyasında ise Katolik Kilisesi boşanmaya izin vermez. Bazı Katolik ülkelerde boşanma bugün bile olanaksızdır. Reform'dan sonra Protestan Kilisesi boşanmanın hukuk mahkemelerinin ilgi alanına giren "dünyasal bir şey" olduğu görüşünü benimsedi ve boşanmaya karşı çıkmadı.

Günümüzde, Katolik ilkelere sıkıca bağlı olan ve yasaları boşanmaya izin vermeyen az sayıda ülke dışında, boşanma yasalarla düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanunu'nda sayılan boşanma nedenlerinden birinin varlığı durumunda, mahkemeler boşanma kararı verebilir. Günümüzde boşanmayı kolaylaştırma yönündeki bir eğilim güçlenmektedir. Eşlerin karşılıklı isteği durumunda, yargıçlar kolayca boşanma kararı verebilir. (yazı.vikipedi)

EVLİLİK




Evlilik, iki kişinin aile kurmak üzere kanunların uygun gördüğü şekilde, ruhen ve bedenen bir ömür boyu sürecek şekilde biraraya gelmesi.

Evlilik, neredeyse her zaman karşı cinsten iki kişi arasında gerçekleşir;kimi kültürlerde ise, eşcinsel evlilik türleri hoşgörüyle karşılanmaktadır. Evlilik olağan olarak, ailenin çoğalmasının temelini oluşturur. Yani, evli çiftin çocuk yaparak onları yetiştirmeleri beklenir. Pek çok toplum, kişinin aynı anda birkaç eşle birden evlendiği çokeşliliğe izin vermemektedir.



Medeni hukuk ve tarihte evlenmenin amacı, müstakbel eşlerin devamlı bir yuva kurmak için yaptıkları karşılıklı taahütlere resmi bir nitelik kazandırmaktır. Nitekim, insan topluluklarının çoğunda, evlenme vardır ve dünyaya çocuk getirilmesi, bunların korunması ve eğitilmesi amacıyla eşlerin biraraya gelmesi olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber, bazı evlenmelerin böyle bir amacı bulunmadığı da bir gerçektir, örneğin yaşı geçkinlerin evlenmesi veya ölüm halindeyken yapılan evlenmeler gibi; fakat bunların sayısı azdır.

TARİHÇE

10. yüzyıla kadar Roma'da evlenme işlerinde yasama ve yargılama yetkileri devlete aitti. Bununla birlikte, hristiyan kilisesi, kuruluşundan itibaren, kendi mensuplarının evlenmelerinde uyulması gerekli bazı özel emirler ve yasaklar getirmişti; bunlara karşı gelen dini cezalara çarptırılır, en önemlisi de aforoz edilirdi. Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra siyasi otoritesinin ortadan kalkması, kilisenin bu yasama ve yargılama yetkilerini yavaş yavaş benimsemesine yol açtı. 10. yüzyıldan itibaren de onun bu yetkilerine karşı çıkan olmadı. Fakat yeniden güçlenen krallık, öteki işlerde olduğu gibi evlenme konusunda da kilisenin yetkilerine sahip çıkmaya kalkıştı. Bu çaba Batı'da 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar sürdü ve evlenme akitlerinin belediyelere bırakılmasıyla son buldu.

O tarihten itibaren birçok ülkede, hukuki evlenme şekli olan medeni evlenmenin yanı sıra isteğe bağlı olarak ve ancak medeni evlenmeden sonra yapılabilmek şartıyla dini evlenme şekline de yer verilmeye başlandı.

Evlenmenin hukuki ve dini esasları zamanla çok değişmiştir: kan akrabalığıyla ilgili yasaklar her yerde geçerli olmadığı gibi bazı halkların egzogamik (aile veya kabile dışından evlenme) kanunları son derece karmaşıktır; bir kural haline gelen tek kişiyle evliliğin, çok kişiyle evliliği ortadan kaldırması uzun sürdü. Bazı toplumlarda nişanlı, karısını, anne-babasından, dayısından veya ağabeyinden satın alır, bazı yerlerde ise kocaya bir hediye veya drahoma verilir. Nişanlı, damat olarak kabulünden önce müstakbel kayınbaba ve kayınvalidesinin evinde bir süre hizmet etmek zorunda kalabilir. Çoğu yerde evlenme ilk çocuk doğmadıkça geçerli olmaz.


TÜRK TOPLUMLARINDA EVLİLİK

Türk topluluklarında boyların, obaların, yaşama kurallarına, ahlâk anlayışlarına, gelenek ve göreneklerine ve yaşanan ortamın kültür durumuna göre az çok değişen evlenme törenleri vardı. Bu törenler, yapı ve nitelikleri bakımından ilden ile, bazen köyden köye göre de değişiklik gösterebilir. Eski çağlardan kalma gelenek ve inançlar farklı tutumlarla bu törenlerde yaşar. Bu yüzden, Türk evlenme törenlerini tek bir ölçüye göre açıklamak yeterli sayılmamalıdır.

Karadeniz, Doğu Anadolu, Ege bölgeleri, Güney Anadolu ve Rumeli yörelerinde değişik şekilde evlenme törenleri yapılır. Evlenmeyi sağlayacak ön işlemler de birbirine benzemez. Birbirine benzeyen tek nokta evlenen kimselerin belli törenlerden sonra ayrı ev kurmaları, belli kurallara uyarak yuvalarını sürdürmeleridir.

Orta Asya Türklerinde, bilinen en eski evlenmeler, toplumun bağlı olduğu din inançlarına göre yapılırdı. Boyun, obanın dini önderi olan kam veya şaman, evlilik kurumunun gerçekleşmesinde en önemli görevi yerine getirir: evlenmeye kararlı çiftleri törenle birleştirir, bölgenin durumuna göre ev veya çadır sahibi yapardı.

Anadolu’da evlenmek isteyen çiftler birbiriyle anlaşır, kararlarını büyüklere bildirirler. Büyüklerinde izin vermesi ile evlilik gerceklesir. Buyuk sehirlerde ise ciftler birbirleri ile anlasir ve anne babanin iznine pek gerek duymadan evlenme gerceklesir.

EVLİLİK TÖRENİ ÖNCESİ

Oğlunu evlendirmek isteyen analar en yakın ve samimi dostları arasından iki kadın seçerek üç kişilik bir görücü topluluğu halinde, önceden tanıdığı veya adını duyduğu kızın evine gider, görülen kız beğenilirse durum birkaç gün içinde ailesine bildirilir. Karşılıklı bir anlaşmaya varılırsa kız, ailesinden istenir. Kız tarafı "evet" derse o akşam erkek evinde bir horoz kesilir, suyundan pilav yapılır, ailenin en yakın ileri gelenleri yemeğe çağrılır. Bu gelenek bazı Anadolu ailelerinde, özellikle Harput yörelerinde bugün de vardır. Taraflar anlaşıp söz kesildikten sonra evlilik başlangıcının ikinci dönemi olan nişan töreni yapılır. Bazı Anadolu köylerinde nişan töreninden önce erkek tarafının kızın babasına ödeyeceği para miktarı üstünde anlaşmaya varılır. Buna "ata yolluğu" denir. Daha sonra kızın oğlana, oğlanın kıza vereceği eşya, yakınlarca gösterilir.

Anadolu'nun bazı yerlerinde nişandan sonra gelen ilk gün kız evinde bütün davetlilere şerbet sunulur. Önceden iki tarafın kararlaştırdığı bir gün, nikâhtan önce kız evinde toplanan iki taraf kadınları kızın eline kına yakarlar. Bu işler, bazı çevrelerde nikâhtan önce, bazılarında nikâhtan sonra ve gerdekten biraz önce görülür.

Eski Türk evlenme törenlerinde nikâh ile gerden aynı gün yapılırdı. Bugün, eski geleneklerini sürdüren birçok Anadolu köyünde durum aynıdır. Gelin, kınalanıp gerekli süslemeler yapıldıktan sonra güvey ve yakınlarınca düzenlenen bir törenle erkek evine götürülür. Çevrenin geleneklerine, ahlâk anlayışına, yaşama imkânlarına ve arazinin coğrafi durumuna göre gelin özel olarak süslenmiş, renkli kumaş ve boncuklarla donatılmış ata, arabaya veya faytona bindirilir. Ata bindirilmişse atın yanı sıra iki yancı yer alır, atın yularını bir seyis tutar, arkasında konuklar sıralanır. Kız, baba evinden ayrılırken dualar okunur, başta ana-baba ve yakınlar olmak üzere hepsiyle vedalaşır, bazen kurban kesilir, gelin son defa olmak üzere evinin her tarafını dolaşır. Gelin alayı, kadınlı erkekli birlikler halinde güvey evine doğru yola çıkınca çalgılar çalınır, oyunlar oynanır.

EVLİLİK TÖRENLERİ

Evlenmelerde alışılagelen kurala göre biri kız, biri oğlan evinde olmak üzere iki düğün yapılır. İlk düğünü kız tarafı, ikinci düğünü erkek tarafı yapar. Kına gecesi gibi yalnız kadınlar arasında yapılan törenlere erkekler, erkekler arasında yapılan törenlere de kadınlar katılmaz. Gelin, duvağa girdikten sonra düğün töreninin yapıldığı yere getirilince ortaya alınır. Başına, varlıklı kimseler para, yoksullar darı veya buğday serperler. Darısı başına deyimi bu töreyle ilgilidir. Tören bitip de gelin ile güvey başbaşa kalınca gelin yüzünü açmaz, güveyden hediye ister, bunun üzerine güvey, geline para veya altın verir. Kayınvalide ve kayınbaba ilk el öpüşte bağışta bulunurlar.

Evlenme törenlerinde her bölgenin geleneksel oyunları olan halay, horon, tamzara, bar, zeybek adı verilen mahalli oyunlar oynanır, kemençe, davul, zurna, tulum, tef, çalpara gibi çalgılar çalınır. Düğüne katılanlara yemek çıkarılır. Törenler yapılırken kızın yakın komşuları, tanıdıkları, arkadaşları, akrabası kendisine ev için gerekli hediyeler sunarlar. Gelin, gerdekten bir gün önce ve bir gün sonra bölgenin inançlarına göre kadınlar arasında yapılan özel bir törenle hamama götürülür. Gelin, evliliği başladığı ilk günden yedinci güne kadar ana, baba ve aile büyüklerine görünmez, yedinci günü eşi ve eşinin birkaç yakınıyla baba evine gider.

Evlenme törenleri ve gerdeğin cuma akşamları yapılması bir gelenek halini aldığı için, gelinin baba evini ilk ziyareti de perşembeye tesadüf eder. Gelin, gerdekten çıkıp konu komşuyla görüşmeye başlayınca kundakta bulunan tanıdık çocuklarının en küçüğü kucağına konur ve hayır dualar edilir.(vikipedi)