Fotoğraf Afrika'daki açlığı çok net ve acı bir biçimde vurguluyor. Bu küçük afrikalı çocuk bir kilometre öteki Birleşmiş Milletler yardım kampına yürürken artık açlıktan bitap düşmüş. Daha da kötüsü arkasında onun ölmesini bekleyen bir akbaba var... Fotoğraf 1994 yılında Somali'de Amerikalı bir gazeteci olan Kevin Carter tarafından çekilmiş ve Kevin Carter bu fotoğraf ile "Pulitzer ödülünü" kazanmış. Hikayenin en acı tarafıysa Kevin Carter Somali'den dönünce bir süre bu çocuğu araştırmış fakat bulamamış. Orada gördüklerinden çok etkilenen Amerikalı gazeteci bir süre sonra derin deprosyana girmiş ve 3 ay sonra hayatına son vermiş.

27 Şubat 2011 Pazar

Bella Ciao ( cav bella ) ŞARKISI


-beliriz albümünden geleneksel
-süre belirsiz
-yazar bilinmiyor

BELLA CİAVO ( cav bella ) ŞARKISI





Bella Ciao, (Türkçe'de Çav Bella olarak bilinir) II. Dünya Savaşı sırasında, İtalyan partizanların söylediği bir şarkıdır.

Parça Milva'dan Yves Montand'a, KUD Idijoti'den Kızıl Ordu Korosu'na onlarca şarkıcı ve grup tarafından seslendirilmiştir. Türkiye'den de Grup Yorum "Çav Bella" adıyla, Mehmet Taneri de "Sen Sen Sen" adıyla şarkıyı Türkçe yorumlamışlardır. 1991 yılında Gökhan Semiz ve Grup Vitamin, Bella Ciao'ya eğlenceli Türkçe sözler yazarak şarkının bir parodi versiyonunu yapmışlardı. "Cevriye" adlı bu şarkı grubun kendileriyle aynı adı taşıyan rap albümlerinde yer almaktadır.

Çav Bella şarkısı İtalya'da Mussolini döneminde anti - faşist , komünist , devrimci , sosyalist grupların marşıdır . Bu sözlerin yazarı bilinmemektedir , ve melodisi eski İtalyan Halk Şarkılarından Po Valley adlı şarkının melodisine benzemektedir .


Şarkının sözleri

Bir sabah uyandım
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Bir sabah uyandım
Ve işgalcileri buldum

Ey partizan beni uzaklara götür
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Ey partizan beni uzaklara götür
Çünkü ölümün yaklaştığını hissediyorum

Eğer ben ölürsem partizanca
(Eğer ben ölürsem dağlarda)
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Eğer ben ölürsem partizanca
(Eğer ben ölürsem dağlarda)
Sen gömmelisin beni

Beni dağlara göm
(Sen gömmelisin beni)
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Beni dağlara göm
(Sen gömmelisin beni)
Güzel bir çiçeğin gölgesinin altına

Gelip geçenler diyecek
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Gelip geçenler diyecek
"Ne güzel bir çiçek"

Bu Partizan'ın çiçeğidir
Elveda güzellik, Elveda güzellik, Elveda güzellik! Elveda ! Elveda!
Bu Partizan'ın çiçeğidir
Özgürlük için ölen Partizanın

Metin Creative Commons Attribution/Share-Alike Lisansı altındadır; ek koşullar uygulanabilir. Ayrıntılar için Kullanım Koşullarına bakın.(vikipedi.özgür ansiklopedi)

CAV BELLA 4 FARKLI DİLDE

25 Şubat 2011 Cuma

ATATÜRK'ÜN TÜRK ORDUSUNA MESAJLARI


ATATÜRK'ÜN TÜRK ORDUSUNA MESAJLARI


MEŞHUR EMİR

Dumlupınar Zaferi'nden sonra, 1 Eylül 1922 tarihinde kendi el yazısı ve imzasıyla Türk Ordusu'na verdiği meşhur emir

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ORDULARI!

Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.

Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandalığına emrettim.

Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikrî güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkumandan Mustafa Kemal
1 Eylül 1338 ( 1922 )


NEFERLERE

Sakarya Zaferi'nden sonra TBMM'ce 19 Eylül 1921 günü Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verilen Mustafa Kemal'in ilk işi bu mesajı orduya göndermek olmuştur...


Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rasgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alteden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan bir millete yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi ünvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbeyle yükselen ordu, en şerefli ve en ulu bir gazayla mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük muzafferiyetin millet tarafından takdirine delalet eden bu ünvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halâsı nasip etsin

Başkumandan Mustafa Kemal
20 Eylül 1921


CUMHURİYET'İN 15. YILDÖNÜMÜ'NDE ATATÜRK'ÜN ORDUYA SON MESAJI
29 Ekim 1938

"Zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu!

Memleketini, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet'in bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.

Bugün, Cumhuriyet'in 15. yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden büyük Türk milletinin huzurunda kahraman ordu, sana kalbî şükranlarımı beyan ve ifade ederken, büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.

Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve âmade olduğuna, benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragat-i nefs ve istihkâr-ı hayatla her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün ulusun muvacehesinde beyan ederim.

Cumhuriyet Bayramı'nın 15. yıldönümü hakkınızda kutlu olsun..."

Mustafa Kemal ATATÜRK
29 Ekim 1938
Kaynak : Atatürk, Hazırlayan: Mehmet Özel, T.C. Kültür Bakanlığı, Milliyet Yayınları.
..:::: www.TEKADAMDEVRİMİ.com ::::..


ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLARDAN...


ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLARDAN...

Falih Rıfkı Atay anlatıyor: "İzin alıp Ata’nın odasına girdim; beyaz keten gecelik entarisi ile, geniş koltuğa bağdaş kurmuş dinleniyordu; elinde bitirmek üzere olduğu bir kitap vardı, bana;
Hoş geldin, otur bakalım... Elime bir tarih kitabı geçti... Bilmem ne zamandan beri okuyorum, dedi; hayretle sordum:
Yorulmadınız mı Paşam?
Hayır; yalnız gözlerim yaşarıyor, fakat onun da çaresini buldum. Birkaç metre tülbent aldırdım, işte gördüğün gibi parça parça kestirdim; ara sıra bunlarla gözlerimi kuruluyorum."

Ata’nın Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
"Bir geziden Ankara’ya dönüşümde doğrudan Köşk’e gitmiş, Ata’nın özel hizmetine bakanlara ne durumda olduğunu sormuştum; ‘iki gün iki gecedir ki durmadan kitap okuyor; yalnız birkaç kere banyo yaptı ve koltuğunda dinlendi’ dediler."

Gürbüz Tüfekçi, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar araştırmasında bu kitap tutkusunu ve kültür derinliğini rakamlarla yansıtıyor:
1800 dolaylarında Türkçe ve Fransızca kitap okumuş.
200 bin dolaylarında satır altı, kırmızı, mor kalemlerle çizilmiş.
Binlerce kenar notu ve dipnot yazmış.
Binlerce çarpı işareti koymuş.


ATATÜRKÜN KİTAPLIĞINDAKİ TÜRKÇE VE OSMANLICA KİTAPLARDAN BAZILARI

Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Mehmet Salahi : Kamus-u Osmani
Avram Galanti : Türkçede Arabi ve Latin Harfleri ve İmla Meselesi
Mehmet Ali : Tahsil-i Lisan-ı Alman
Nüzhet : Kendi Kendine Almanca
Ahmet Cevat : Türkçe sarf ve nahif
Kazım Nami : Türkçe Oku, Türkçe Yaz
Mithat Sadullah : Latin Harflerinin Türkçeye tatbiki
İbn Emin Mahmut Esat : Tarih-i Din-i İslam
Osman Bin Süleyman : Kamus
Lütfullah Ahmet : Hayat-ı Hazret-i Muhammet
Abdunnaim Bin Hasan : Ceridetül Evail ve Hamidetül Evahir
Ahmet Halit : İslam Büyükleri
Abdurrahmanil Cami : Tercüme-i Nefhatül İnsan
Mehmet Cemil : Hukuku Düvel
Katip Çelebi : Cihannuma
Feridun Bey : Feridun Bey Münşeatı
Mehmet Bin Sait : Kitabü'l Tabakatü'l-Kebir
Şemseddin Sami : Kamusu Alam (6 cilt)
Şemseddin Sami : Kamusu Okyanus
H.Z. Ülken : Aristo Metafizik
Süheyl Ünver : İbn-i Sina
Ahmet Rifat : Lügat-ı Tarihiye ve Osmaniye
M.Fuat : Amerika'da Tükler ve Gördüklerim
Rıza Tevfik : Kamus-u Felsefe
Cemal Paşa : Hatırat (1913 - 1922)
Mehmet Cemil : Sulhta ve Harpte Hukuku Düvel
Evliya Çelebi : Seyyahatname
Suphi : Tekmiletül'l-iber
Lütfi Simavi : Devr-i İnkılap
Mustafa Necip : Selimname
Osmanzade Taib : Hakikatü'l Vüzera
Ahmet Saip : Vaka-i Sultan Aziz
Ahmet Hilmi : Tarih-i İslam
Mazhar Fevzi : Hayr-i Sahil
Ziya Paşa : Endülüs Tarihi
Resulzade Mehmet Emin : Azerbaycan Cumhuriyeti
Ali Reşat : Tarih-i Osmaniye
Ali Reşat : Kurun-u Cedide Tarihi
Sebahattin : İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
Mahmut Esat : Tarih-i Dini İslam
Ahmet Mithat : İnkılap
Ahmet Cevdet : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Mustafa Efendi : Tarih-i Selanik
M. Şemsettin : İslam Tarihi
Ahmet Rasim : Osmanlı Tarihi
Necip Asım : Türk Tarihi
Mustafa Nuri Paşa : Netayic-ül Vukuat
Mehmet Zihni : Neşahir-ün Nisa
Mehmet Şemsettin : Mufassal Türk Tarihi
Ziya Gökalp : Türk Medeniyeti Tarihi


ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU YABANCI KİTAPLARDAN BİRKAÇI

M. Roux de Rochelle : Etats-Unis D'Amerique
M. Dubois de Jancigny ve M. Xavier Raymond : Inde
M. Chopin : Russie
M. G. L. Domeny de Nenzi : Oceanique
Bary de St Vinvent : Iles de l'Ocean
M. Ph. Le Bas : Etats de la Confederation Germanique
M. Van Hasselt : Belgique et Hollande
M. Louis Lacrcix : Iles de la Grece
M. Louis Lacrcix : Chili, Paraguay, Uruguay, Buenos Aires
Champollion Figeac : Egypte Ancienne
M. J. J. Marcel : Egypte depuis la conquete des Arabes
Rozet et Carette : Algerie, Etats Tripolitains, Tunisie
Lavalle ve Gueroult : Espagne
M. Ph de Golbery : Histoire et Description de la Suisse et du Tyrol
M. G. Pauthier : Chine et son Description Historique
M. Chepin ve A. Ubicini : Provinces Danubiennes et Roumanies
M. Ph. le Bas : Suede et Norvege
Ferdinand Denis : Portugal
Ferdinand Denis : Afrique
Ferdinand Deniz - M. C. Famin : Bresil, Colombie et Guyane
M. Larenaudiere ve M. Lacroix : Mexique Guatamala Perou
M. Davezat : Iles de l'Afrigue
M. A. Tardieu, M. S. Cherubini : Senegambie et Guinee
M. N. Desvergers : Nubie, Abyssinie
Lacroix Yanoski : Italie Ancienne
M. Le Chevalier Artaud : Italie Sicile
Frederic Lacroix : İles Baleres et Pithyuse
M. Friess De Colonma : Histoires des Antilles
M. Elias Rensult M. Roux De Rochelle : Villes Anseatiques
M. Ferdinand Hoeger : Chaldee Assyrie Medie Babylonie
M. Neel Desverges : Arabie
S. Munk : Palestine Description Geographique historique et areheologique
Jean Yanosky ve M. Jules David : Syrie Ancienne et Moderne
M. Dubeux : Tatarie, Beloutchistan
M. V. Valmont, M. Xavier Raymond : Boutan et Nepal
Ernest Lqvi see ve Alfred Rambaud : Histoire Generale du IV e Siecle a nos jours (12 cilt)
Jean Jaures : Histoire Socialiste de la Revolution Française
Hilaire de Barenton : Le Mystere des pyramides


ATATÜRK'ÜN DİL DEVRİMİ SIRASINDA ÇALIŞTIĞI KİTAPLARDAN BAZILARI

H. F. Kuergic : Psychologie de Quelgues Elements des Langues Turques (1)
Vilhelm Thomson : Inscription de l'Orkhon
M. Guizot : Dictionnaire Universel des Synonymes
M. Brasseur de Bourburg : La Langue Maya
Hilaire de Barenton : L'Origine des langues des Religions et des Peuples
..:::: www.TEKADAMDEVRİMİ.com ::::..


ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI KİTAPLAR


ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI KİTAPLAR


* NUTUK
* MEDENİ BİLGİLER (YURTTAŞLIK BİLGİLERİ)
* TAKIMIN MUHAREBE TALİMİ
* CUMALI ORDUGÂHI
* TAKTİK TATBİKAT ve SEYAHATİ
* BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ
* SUBAY ve KOMUTAN İLE KONUŞMALAR
* GEOMETRİ KILAVUZU


NUTUK

Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.
Nutuk ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır. Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yapılmıştır. Yazı inkılabından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Milli Eğitim Bakanlığınca üç cilt olarak yeniden basılmıştır. Nutuk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezince yeniden basılmıştır.


MEDENİ BİLGİLER (YURTTAŞLIK BİLGİLERİ)

"Medeni Bilgiler ve Atatürk'ün El Yazıları" adlı kitap Prof. Dr. A. Afetinan tarafından ilk kez 1930'da "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" adıyla yayımlanmıştır. Art arda baskıları yapılan ve uzun yıllar ortaokullarda ders kitabı olarak okutulan "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" in büyük çoğunluğu Atatürk'ün doğrudan doğruya kendisinin kaleme aldığı belgelere dayanmaktadır...


TAKIMIN MUHAREBE TALİMİ

Kitabın özü; seferi tam mevcutlu bir takımın, değişik hava şartları ve çeşitli arazide, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulaması, avcı hattı teşkiliyle bir avcı hattının ateş muharebesi üzerinde toplanmaktadır. Atatürk, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatın, önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır.


CUMALI ORDUGÂHI

Cumalı Ordugahı; Makedonya bölgesinde, Köprülü - İştip yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu ordugahta, 3. Süvari Tümen Komutanı Tuğgeneral Suphi Paşa'nın komutası altında kurulan bir süvari tugayına eğitim ve manevra yaptırılmıştır. Bu manevraya katılan Mustafa Kemal, "Cumalı Ordugahı" adlı eserini yazmış; süvari, bölük, alay, tugay eğitim ve manevralarını anlatmıştır. 10 gün süren bu tatbikat sırasında tututuğu gözlem notlarını, hazırlanan meseleleri ve komutanların yaptıkları eleştirileri yazmış, bol kroki ile küçük bir broşür haline dönüştürmüştür. 12 Eylül 1909'da tamamladığı bu eseri, Selanik'te 1909 yılında matbaa harfleriyle basılmıştır. Eser; 39 sayfa metin ve 7 adet krokiden oluşmaktadır.


TAKTİK TATBİKAT ve SEYAHATİ

Bu eserinde, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olamadığını vurgulaması yanında, komutan olan kişinin nitelikleri üzerinde de durmuştur. Bunlar ise; birliğini barışta ve savaşta eğitmek, yönetmek ve gözetmekteki üstün başarı, elindeki kuvvetin eksikliğini giderecek düşünce gücü ve astlarından her konuda üstünlüğü sağlamaktır. Bu eserde ayrıca bir komutanın başarılı olabilmesi için bu kuralları sadece okumuş ve öğremiş olmanın yeterli olamadığı, bunların tatbikatının da önemi belirtilmiştir.


BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ

Bu eser, meskun yerlerde muharebe, savunma ve taarruz konularını kapsamaktadır. Meskun yerlerin sınırlayıcı durumlarının muharebeye etkisi, savunma mevziinin seçimi, savunma mevziinin hazırlanması, ateş sahalarının temizlenmesi, ateş taksimi, ateş tutmayan ölü bölgelerin kapatılması ve mevziin işgali gibi savunmanın esasını oluşturan konular işlenmiştir.


SUBAY ve KOMUTAN İLE KONUŞMALAR

"Subay ve Komutan ile Konuşmalar" Atatürk'ün askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisidir. Bu eser, Atatürk, 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya askeri Ataşesi olarak bulunduğu sırada, Nuri conker'in "Zabit ve Kumandan (Subay ve Komutan)" adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.

Genç subayın, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları nasıl sezdiğini; bunlara karşı tepkisiz kalmayarak üst makamlara hatalar ve çözüm yollarını nasıl sunduğunu; ülkenin içinde bulunduğu askeri ve siyasal durumdan duyduğu acılar kitabın birinci bölümünde yer almaktadır.

Atatürk, bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, insiyatif özellikleri hakkında, Nuri Conker'in görüşlerine katılmış ve kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.

Bunların yanı sıra, Türk kadınının, aslında toplumu yaratmada çok etkili olabilecekken, suskunluğu seçtiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktan kendini alamamıştır. Türk ulusu hakkında ise "kuşkusuz bizim ulusumuzun karakteri de bütün karakterler gibi yükselmeye ve istenen şekle girmeye elverişlidir. Fakat kendi kendisine olmak koşuluyla..."dedikten sonra, dışardan ulusumuzun karakterine yapılmak istenen etkilerin amacına ulaşamayacağını vurgulamıştır.

Subaylarda ve erlerdeki inisiyatif özelliğine eserinde geniş bir bölüm ayıran Atatürk, kendi dönemindeki ile daha önceki dönemlerde Osmanlı ordusunu kıyaslamıştır. Özellikle Trablusgarp Savaşı'nda edindiği deneyimler ile kendiliğinden hareket ve iş görme özelliğinin, olması gereken sınırını göstermiştir.

Atatürk, eserin son bölümünde, Kuzey Afrika'da birlikte çarpıştığı korkusuz ve yiğit silah arkadaşlarını anmış ve onları "yüksek askerlik niteliklerine" sahip insanlar olarak tanımlamıştır. Bu davranışı O'nun diğer bütün üstünlüklerinin yanı sıra insancıl yönüne de tanıklık eder.


GEOMETRİ KILAVUZU

Atatürk'ün ölümünden bir buçuk yıl kadar önce kendi el yazısı ile yazdığı Geometri Klavuzu ( 1936 - 1937 ), dil, bilim, kültür ve eğitim açısından çok önemli, çok değerli bir çalışmadır. Kitap, ilk olarak Kültür Bakanlığı ( o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı'na bu ad veriliyordu ) tarafından yayımlanmıştır.

Kitabın üzerinde yazarın adı yoktur, ama kılavuzun kapağında Atatürk'ün bu çalışma için "Geometri öğretenlere, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neşredilmiştir" denilmiştir.

Mustafa Kemal tarafından 1932'de Türk Dil Kurumu Başuzmanlığına getirilen, Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nde dilbilim tarihi ve genel bilim dersleri okutan ( 1936 - 1951 ) ve kendisine Atatürk tarafından Dilaçar soyadı verilen Agop Dilaçar, kılavuzun Türk Dil Kurumu Yayınları arasında çıkan yeni baskısına ( 1971 ) yazdığı önsözde "Yazar adı yok, fakat yazının ruhu ve tutumu onun, Atatürk'ten çıkmış olduğunu apaçık gösterir" demiştir.
Kaynak :
Atatürkçü Düşünce Derneği Web Sayfası
Cumhuriyet Gazatesi, Cumhuriyet Kitapları Serisi

23 Şubat 2011 Çarşamba

TAKVİM - HİCRİ TAKVİM

İSLAM

inaçlar

Allah

Allah'ın varlığı ve birliği
Melekler
Kutsal kitaplar
Muhammed peygamber ve
diğer İslam peygamberleri
Ahiret
Kader

Temel ibadetler

Şehadet etmek
Namaz kılmak
Zekat vermek
Oruç tutmak
Hacca gitmek

Özel günler

Ramazan bayramı
Kurban bayramı

Metin ve Tüzeler

Kur'an
Sünnet
Hadis
Fıkıh
Şeriat
Kelam
Tasavvuf

Tarih ve Kişiler

İslam'ın zaman dizini
Ehli Beyt · Sahabe
Sünnilik · Şiilik · Haricîlik
Dört Halife

Kültür ve Toplum

Abdest · Bayramlar · Bilim
Camiler · Felsefe · Fitre
Kurban · Mezhepler
Nüfus · Sadaka · Sanat
Takvim ·

Diğer Göksel Dinler

Musevilik · Hristiyanlık



Hicri takvim veya Müslüman takvimi ya da İslami takvim (Arapça: التقويم الهجري‎; at-taqwīm al-hijrī; Farsça: تقویم هجری قمری ‎ taqwīm-e hejri-ye qamari; Urduca: اسلامی تقویم Islami taqwīm; Endonezce: Kalender Hijriah; Malayca: Takwim Hijrah), 1 yılı 354 ya da 355 gün olan ve 12 kameri aydan oluşan bir takvimdir.

Hicri takvim Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir. Hicri takvim, Hicri Şemsi takvim ve Hicri Kameri takvim olmak üzere ikiye ayrılır.

AYLAR

1.Muharrem....
2.Safer
3.Rebiülevvel
4.Rebiülahir
5.Cemaziyelevvel
6.Cemaziyelahir
7.Recep
8.Şaban
9.Ramazan
10.Şevval
11.Zilkade
12.Zilhicce

Hicri takvimde 12 ay bulunmaktadır. Bunlardan içlerinde en saygın ve önemli kabul edileni Ramazandır.

Hicri Şemsi takvim

Hicri Şemsi takvim, miladı 20 Eylül 622 olan ve dünyanın güneş etrafındaki dolanımını esas alan takvimdir. Osmanlı Devleti'nde bu takvime Rumi takvim adı veriliyordu. Temel olarak Miladi takvim ile aynıdır. Aralarındaki fark milatlarının farklı olmasıdır. Bu takvim çeşidinde miladi takvimle arasındaki fark sabittir ve değişmez.

Hicri Kameri takvim

Hicri Kameri takvim, miladı 16 Temmuz 622 olan ve ayın dünya etrafındaki dolanımını esas alan takvimdir. Yani bu takvim gerçek Hicri takvimdir. Bu takvim çeşidinde miladi takvimle arasındaki fark sabit değildir. Bu fark yaklaşık olarak 33 yılda 1 yıl etmektedir.(vikipedi.özgür ansiklopedi)





TAKVİM - ASTRONOMİK YIL NUMARALANDIRMA

Astronomik yıl numaralandırma,

MS (Latince AD (Anno Domini)) türü yıl numaralandırmayı temel alan ancak onluk tamsayı yıl numaralarını daha yakından izleyen bir numaralandırma yöntemidir. 0 yılını da içeren bu yöntem daha önceki yılları '-' işaretiyle belirtmektedir. Bu yöntem, MÖ (İngilizce BC) gibi dönem belirteçlerini içermemektedir. Böylece, MÖ 1 yılı 0, MÖ 2 yılı -1 ve MÖ n yılı (1 - n) olarak gösterilmektedir. MS 1 ve sonraki yıllar yalnızca sayıyla ya da '+' işaretiyle birlikte gösterilmektedir. Sıfır sayısı hesaplama kolaylığı açısından önem taşımaktadır. Şöyle ki; astronomide iki zaman dilimi arasındaki yıl farkı bu iki dönemin sona erdiği yılların farkı alınarak bulunabilmektedir.

Sistemin adı astronomideki kullanımından gelmektedir. Tarih dışındaki bilimlerin hemen hiçbiri 1 yılındsn öncesini konu edinmemektedir ancak arkeoloji ve jeoloji bu yılları 'günümüzden önce' biçiminde anmaktadır. Astronomik ve tarihi yıllar arasında 1 yılından önceki 1 yıllık fark, tutulmalar ve yörünge çakışmaları gibi olayların meydana geliş zamanlarının hesaplanmasında önem taşımaktadır.

Sıfır yılı ilk kez 18. yüzyıl Fransız gökbilimcileri Philippe de La Hire (1702) ve Jacques Cassini (1740) tarafından kullanılmıştır. Ancak, bu bilimadamları yılları ait oldukları dönem belirteçleriyle birlikte kullanıyorlardı (MÖ 2, MÖ 1, 0, MS 1, MS 2 şeklinde). 19. yüzyılda MÖ/0/MS ve −/0/+ gösterimleri birlikte kullanılmaya başlandı. −/0/+ gösterimi 20. yüzyıl ortalarına dek ağırlık kazanmamıştır.

(İngilizce Vikipedi'deki 13.01.2009 tarihli Astronomical year numbering maddesi)

22 Şubat 2011 Salı

TAKVİM - 12 HAYVANLI TAKVİM


12 HAYVANLI TAKVİM


12 Hayvanlı Takvimi (Çince: 地支 Dìzhī veya 十二支 Shíèrzhī; Japonca: 十二支 Jūnishi veya 干支 Eto), Çin kökenli olup Asya'da yaygın olarak kullanılmış takvim, aynı zamanda bir sistem.

12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil Bulgarları da kullanmış ve Hiung-nu'lar da Çin'in hemen kuzeyinde bulundukları için büyük ihtimalle de kullanmıştır.[kaynak belirtilmeli]Göktürk Yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarları'nın yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi ve Manas Destanı'ndaki bazı olaylar da bu takvimle ile tarihlendirilmiştir

TARİH

Edouard Chavannes'in "Le Cycle turc des Douze Animaux 12 Hayvanlı Türk Takvimi adlı araştırmasında, Asya'da kullanılan 12 Hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemi olduğunu ve Çinlilerin bu takvimi Türklerden aldığını düşünerek "12 Hayvanlı Türk Takvimi" adı koymuştur.

YILLAR

1- Sıçan - zǐ -Fare -0° Kuzey
2- Ud Sığır - chǒu - Öküz
3 -Bars - yín- Pars
4-Tavışgan - mǎo - Tavşan - 90° Doğu
5- Lu[1][2] - chén - Ejderha
6- Yılan - sì - Yılan
7- Yunt - wǔ - At - 180° Güney
8- Koy - wèi - Koyun
9- Biçin - shēn - Maymun
10- Tabuk - yǒu -Tavuk - 270° Batı
11- İt - xū - Köpek
12- Tonguz - hài - Domuz

ESKİ TÜRKLERDE AYLAR

Bir yılda 12 ay vardı. Aylar birinçay (birinci ay) , ikinçay (ikinci ay), üçünçay (üçüncü ay), dördünçay (dördüncü ay), beşinçay (beşinci ay), altınçay (altıncı ay), yedinçay (yedinci ay), sekizinçay (sekizinci ay), dokuzunçay (dokuzuncu ay), onunçay (onuncu ay), onbirinçay (onbirinci ay) ve onikinçay (onikinci ay) diye adlandırılmıştır.

ESKİ TÜRKLERDE MEVSİMLER

Eski isim Günümüzde

Oğlak ay İlkbahar
Uluğ Oğlak ay Yaz
Uluğ ay Sonbahar
Ay Kış

GÜNLER

Türklerde gün isimlerinin yabancı kökenli olmasının sebebi bazı tarihçilere göre; göçebelik sebebiyle Türklerde gün kavramının gelişmemesidir.[kaynak belirtilmeli] Türk Takvimi'nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saatti. Herbir çağ ise sekiz Kehten ibaretti. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü alınırdı.

YILLARIN KARŞILIKLARI

Karşılığı Yıl

Fare 2008, 1996, 1984, 1972, 1960, 1948, 1936, 1924
Öküz 2009, 1997, 1985, 1973
Kaplan 2010, 1998, 1986, 1974
Tavşan 2011, 1999, 1987, 1975
Ejderha 2012, 2000, 1988, 1976
Yılan 2013, 2001, 1989, 1977
At 2014, 2002, 1990, 1978
Koyun 2015, 2003, 1991, 1979
Maymun 2016, 2004, 1992, 1980
Tavuk 2017, 2005, 1993, 1981
Köpek 2018, 2006, 1994, 1982
Domuz 2019, 2007, 1995, 1983
(vikipedi.özgür ansiklopedi)

TAKVİM - GREGORYEN TAKVİM


GREGORYEN TAKVİM

Gregoryen takvim ya da Miladî takvim, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder.

Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir. Aralarında Türkiye'nin de olduğu çoğu ülke tarafından kullanılan bu takvim, senede 10.8 saniye hata oranıyla en güvenilir ve hassas takvimdir.



TARİHÇE

4 Ekim 1582'de kabul edilmiştir. Değişik tarihlerde önce Avrupa'da daha sonra dünyanın geri kalanında yayılmıştır.

Gregoryen takvim oluşturulurken Jülyen takvimine 10 gün ilave edilmiştir; 5 Ekim Cuma günü, 15 Ekim Cuma olarak kabul edilmiştir. 1752'de kabul eden ülkeler ise 11 gün ilave etmek durumunda kalmışlardır.

TÜRKİYE

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, önce Hicrî takvim, sonra da 1 Mart'ı yılbaşı kabul eden Mali takvim kullanılmıştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra, Malî 26 Kânun-ı evvel 1341'de (26 Aralık 1925) kabul edilen "Takvimde Tarih Mebdeinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun" ve "Günün 24 Saate Taksimi Hakkında Kanun" adlı iki ayrı yasayla 1 Ocak 1926'dan başlayarak Gregoryen takvim benimsendi.

Yılbaşını 1 Ocak olarak alan bu takvimin yanı sıra günü 12 saatlik gündüz ve 12 saat gece dilimlerine ayıran saat sistemi yerine 24 saatlik bir gün kabul edildi.

GÜVENİRLİĞİ

Gregoryen takvim, günümüze kadar kullanılan takvimler içinde en az hatalı olanıdır. Günümüzde bir ekinoks yılı 365.242375 gündür. Gregoryen takvimde ortalama bir yıl 365.2425 gündür ve gerçek ekinoks yılı uzunluğuna oldukça yakındır.

Senede "ortalama" 0.000125 günlük bu ufak hata, 10.8 saniyeye tekabül eder. Takvim hesaplamasında 1 günlük hatanın ortaya çıkması için yaklaşık 8000 yıl geçmesi gerekir. Bununla birlikte 8000 yıl içerisinde bir ekinoks yılının uzunluğu da sabit kalmayacaktır ve hangi uzunlukta olacağı tam olarak bilinemez. Bu nedenlerle Gregoryen takvim yeterli hassasiyette bir takvimdir ve yeniden düzenlenmesi çok uzun bir süre gereksizdir.

YILBAŞI

Daha önce 25 Mart olan yılın ilk günü, 1 Ocak olarak kabul edildi. Şubat ayının 28 gün olması durumu devam ettirildi.

Sıra Ay Gün sayısı

1 Ocak 31
2 Şubat 28 veya 29
3 Mart 31
4 Nisan 30
5 Mayıs 31
6 Haziran 30
7 Temmuz 31
8 Ağustos 31
9 Eylül 30
10 Ekim 31
11 Kasım 30
12 Aralık 31

ARTIK YIL

Artık yıllar, Şubat ayının 28 yerine 29 gün çektiği yıllardır. Bu uygulama, Dünyanın Güneş çevresindeki bir turu 365 gün değil, yaklaşık olarak 365 gün ve altı saat sürmesi nedeniyle her sene sonunda artan 6 saatlik süreleri bir tam güne çevirmek için oluşturulmuştur.

Gregoryen takvimde sonu -00 ile bitmeyen ve 4'e kalansız bölünebilen tüm yıllar artık yıldır. Sonu -00 ile biten yıllar, yani yüzüncü yıllar ise eğer 400'e bölünebiliyorlarsa artık yıl olabilirler. Örneğin 1900 yılı artık yıl değilken 2000 yılı artık yıldır.

Artık yıllar her dört senede bir tekrar ettiği için, en son artık yıl olan 2008'den itibaren 2012, 2016, 2020,... şeklinde 2100 yılına kadar devam edecek, 2100 yılı 400'e kalansız bölünemeyeceği için artık yıl olmayacaktır.

DÜZENLEMENİN NEDENİ

Bu düzenlemenin nedeni Mart ekinoksunu, 21 Mart tarihine mümkün olduğunca yakın denk getirmektir. Böylece Paskalya bayramı 21 Mart tarihinde veya hemen sonrasında kutlanabilecekti.

JÜLYEN - GREGORYEN ÇEVRİMİ

Jülyen takvimini Gregoryen takvime çevirmek için günümüzde 13 gün ilave etmek gerekir. 2100 yılından sonra bu fark 14 güne çıkacaktır. Bu durum bazı Ortodoks Kiliselerinin Noel kutlama tarihlerini 7 Ocak yerine 8 Ocak olarak değiştirecektir.
(yazı.vikipedi.özgür ansiklopedi)

BOŞANMA

BOŞANMA

Boşanma, evliliğin yasal olarak sona ermesine boşanma denir. Günümüzde daha yaygın olmakla birlikte, boşanma evlilik kadar eskidir. Eski çağlardan beri bütün toplumlarda boşanmaya rastlanmaktadır.


Boşanma, karşılıklı sevgiye, güvene ve mutluluk beklentisine dayalı olan evlilik ilişkisini sona erdirdiği için acı verici bir durumdur. Ana babanın mutsuzluğundan etkilenen çocuklar, boşanma sırasında anne ile baba arasında bir seçim yapmak zorunda kalırlar. Güven verici aile ortamını yitirdikleri duygusuna kapılırlar. Bundan dolayı boşanma çocuklar için özellikle zordur. Boşanmayla gelen değişiklikler, çoğu zaman çocukların davranış bozukluklarına yol açar. Dersleri aksar, arkadaşları ile olan ilişkileri etkilenir.

Ne var ki çocuklar, eşler arasındaki uyumun bozulduğu, karşılıklı suçlamaların ve saygısız davranışların yer aldığı bir ortamda da mutlu olamazlar. Bu türden etkilerin de davranış bozukluklarına yol açtığı bir gerçektir. Gerçeklerin çocuğa ya da çocuklara onların anlayacağı bir biçimde anlatılması, durumu kabullenmelerini kolaylaştırabilir. Evlilik kadar eski olan boşanma, toplumların tarihsel gelişimine göre değişen özellikler gösterir. İlkel bir yaşam süren Pueblo Yerli kabilelerinde kadın, kocasının ayakkabılarını evin eşiğine bıraktığında onu boşamış sayılır. Birçok eski toplumda erkek çocuğun dünyaya gelmesi evliliği kalıcı kılardı. Kadının kısırlığı ise erkek için haklı bir boşanma nedeni sayılırdı.

TARİHÇE

Eskiçağın Asur, Babil gibi Mezopotamya toplumlarında boşanma kurallara bağlanmıştı. Asur toplumunda, kocanın karısına karşı görevlerini yerine getirmemesi durumunda kadının boşanma hakkı vardı. Boşanan kadın, koca evine getirdiği çeyiz denilen eşyayı geri alabilir ve boşandığı eşinin mirası üstündeki haklarını da korurdu. Tutsak düşmüş bir savaşçının karısı iki yıl bekledikten sonra boşanmış sayılırdı ve yeniden evlenebilirdi. İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı toplumunda, boşanma hakkı ilke olarak kocaya tanınmıştı. Koca karısını tek yanlı olarak boşayabilir, üç kez yinelenen "boş ol" sözleriyle boşanma kesinlik kazanırdı. Buna rağmen boşanma, gelenekçi bir toplum olan Osmanlılarda hoş karşılanmadığı için yaygın değildi.

Hıristiyan dünyasında ise Katolik Kilisesi boşanmaya izin vermez. Bazı Katolik ülkelerde boşanma bugün bile olanaksızdır. Reform'dan sonra Protestan Kilisesi boşanmanın hukuk mahkemelerinin ilgi alanına giren "dünyasal bir şey" olduğu görüşünü benimsedi ve boşanmaya karşı çıkmadı.

Günümüzde, Katolik ilkelere sıkıca bağlı olan ve yasaları boşanmaya izin vermeyen az sayıda ülke dışında, boşanma yasalarla düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanunu'nda sayılan boşanma nedenlerinden birinin varlığı durumunda, mahkemeler boşanma kararı verebilir. Günümüzde boşanmayı kolaylaştırma yönündeki bir eğilim güçlenmektedir. Eşlerin karşılıklı isteği durumunda, yargıçlar kolayca boşanma kararı verebilir. (yazı.vikipedi)

EVLİLİK




Evlilik, iki kişinin aile kurmak üzere kanunların uygun gördüğü şekilde, ruhen ve bedenen bir ömür boyu sürecek şekilde biraraya gelmesi.

Evlilik, neredeyse her zaman karşı cinsten iki kişi arasında gerçekleşir;kimi kültürlerde ise, eşcinsel evlilik türleri hoşgörüyle karşılanmaktadır. Evlilik olağan olarak, ailenin çoğalmasının temelini oluşturur. Yani, evli çiftin çocuk yaparak onları yetiştirmeleri beklenir. Pek çok toplum, kişinin aynı anda birkaç eşle birden evlendiği çokeşliliğe izin vermemektedir.



Medeni hukuk ve tarihte evlenmenin amacı, müstakbel eşlerin devamlı bir yuva kurmak için yaptıkları karşılıklı taahütlere resmi bir nitelik kazandırmaktır. Nitekim, insan topluluklarının çoğunda, evlenme vardır ve dünyaya çocuk getirilmesi, bunların korunması ve eğitilmesi amacıyla eşlerin biraraya gelmesi olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber, bazı evlenmelerin böyle bir amacı bulunmadığı da bir gerçektir, örneğin yaşı geçkinlerin evlenmesi veya ölüm halindeyken yapılan evlenmeler gibi; fakat bunların sayısı azdır.

TARİHÇE

10. yüzyıla kadar Roma'da evlenme işlerinde yasama ve yargılama yetkileri devlete aitti. Bununla birlikte, hristiyan kilisesi, kuruluşundan itibaren, kendi mensuplarının evlenmelerinde uyulması gerekli bazı özel emirler ve yasaklar getirmişti; bunlara karşı gelen dini cezalara çarptırılır, en önemlisi de aforoz edilirdi. Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra siyasi otoritesinin ortadan kalkması, kilisenin bu yasama ve yargılama yetkilerini yavaş yavaş benimsemesine yol açtı. 10. yüzyıldan itibaren de onun bu yetkilerine karşı çıkan olmadı. Fakat yeniden güçlenen krallık, öteki işlerde olduğu gibi evlenme konusunda da kilisenin yetkilerine sahip çıkmaya kalkıştı. Bu çaba Batı'da 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar sürdü ve evlenme akitlerinin belediyelere bırakılmasıyla son buldu.

O tarihten itibaren birçok ülkede, hukuki evlenme şekli olan medeni evlenmenin yanı sıra isteğe bağlı olarak ve ancak medeni evlenmeden sonra yapılabilmek şartıyla dini evlenme şekline de yer verilmeye başlandı.

Evlenmenin hukuki ve dini esasları zamanla çok değişmiştir: kan akrabalığıyla ilgili yasaklar her yerde geçerli olmadığı gibi bazı halkların egzogamik (aile veya kabile dışından evlenme) kanunları son derece karmaşıktır; bir kural haline gelen tek kişiyle evliliğin, çok kişiyle evliliği ortadan kaldırması uzun sürdü. Bazı toplumlarda nişanlı, karısını, anne-babasından, dayısından veya ağabeyinden satın alır, bazı yerlerde ise kocaya bir hediye veya drahoma verilir. Nişanlı, damat olarak kabulünden önce müstakbel kayınbaba ve kayınvalidesinin evinde bir süre hizmet etmek zorunda kalabilir. Çoğu yerde evlenme ilk çocuk doğmadıkça geçerli olmaz.


TÜRK TOPLUMLARINDA EVLİLİK

Türk topluluklarında boyların, obaların, yaşama kurallarına, ahlâk anlayışlarına, gelenek ve göreneklerine ve yaşanan ortamın kültür durumuna göre az çok değişen evlenme törenleri vardı. Bu törenler, yapı ve nitelikleri bakımından ilden ile, bazen köyden köye göre de değişiklik gösterebilir. Eski çağlardan kalma gelenek ve inançlar farklı tutumlarla bu törenlerde yaşar. Bu yüzden, Türk evlenme törenlerini tek bir ölçüye göre açıklamak yeterli sayılmamalıdır.

Karadeniz, Doğu Anadolu, Ege bölgeleri, Güney Anadolu ve Rumeli yörelerinde değişik şekilde evlenme törenleri yapılır. Evlenmeyi sağlayacak ön işlemler de birbirine benzemez. Birbirine benzeyen tek nokta evlenen kimselerin belli törenlerden sonra ayrı ev kurmaları, belli kurallara uyarak yuvalarını sürdürmeleridir.

Orta Asya Türklerinde, bilinen en eski evlenmeler, toplumun bağlı olduğu din inançlarına göre yapılırdı. Boyun, obanın dini önderi olan kam veya şaman, evlilik kurumunun gerçekleşmesinde en önemli görevi yerine getirir: evlenmeye kararlı çiftleri törenle birleştirir, bölgenin durumuna göre ev veya çadır sahibi yapardı.

Anadolu’da evlenmek isteyen çiftler birbiriyle anlaşır, kararlarını büyüklere bildirirler. Büyüklerinde izin vermesi ile evlilik gerceklesir. Buyuk sehirlerde ise ciftler birbirleri ile anlasir ve anne babanin iznine pek gerek duymadan evlenme gerceklesir.

EVLİLİK TÖRENİ ÖNCESİ

Oğlunu evlendirmek isteyen analar en yakın ve samimi dostları arasından iki kadın seçerek üç kişilik bir görücü topluluğu halinde, önceden tanıdığı veya adını duyduğu kızın evine gider, görülen kız beğenilirse durum birkaç gün içinde ailesine bildirilir. Karşılıklı bir anlaşmaya varılırsa kız, ailesinden istenir. Kız tarafı "evet" derse o akşam erkek evinde bir horoz kesilir, suyundan pilav yapılır, ailenin en yakın ileri gelenleri yemeğe çağrılır. Bu gelenek bazı Anadolu ailelerinde, özellikle Harput yörelerinde bugün de vardır. Taraflar anlaşıp söz kesildikten sonra evlilik başlangıcının ikinci dönemi olan nişan töreni yapılır. Bazı Anadolu köylerinde nişan töreninden önce erkek tarafının kızın babasına ödeyeceği para miktarı üstünde anlaşmaya varılır. Buna "ata yolluğu" denir. Daha sonra kızın oğlana, oğlanın kıza vereceği eşya, yakınlarca gösterilir.

Anadolu'nun bazı yerlerinde nişandan sonra gelen ilk gün kız evinde bütün davetlilere şerbet sunulur. Önceden iki tarafın kararlaştırdığı bir gün, nikâhtan önce kız evinde toplanan iki taraf kadınları kızın eline kına yakarlar. Bu işler, bazı çevrelerde nikâhtan önce, bazılarında nikâhtan sonra ve gerdekten biraz önce görülür.

Eski Türk evlenme törenlerinde nikâh ile gerden aynı gün yapılırdı. Bugün, eski geleneklerini sürdüren birçok Anadolu köyünde durum aynıdır. Gelin, kınalanıp gerekli süslemeler yapıldıktan sonra güvey ve yakınlarınca düzenlenen bir törenle erkek evine götürülür. Çevrenin geleneklerine, ahlâk anlayışına, yaşama imkânlarına ve arazinin coğrafi durumuna göre gelin özel olarak süslenmiş, renkli kumaş ve boncuklarla donatılmış ata, arabaya veya faytona bindirilir. Ata bindirilmişse atın yanı sıra iki yancı yer alır, atın yularını bir seyis tutar, arkasında konuklar sıralanır. Kız, baba evinden ayrılırken dualar okunur, başta ana-baba ve yakınlar olmak üzere hepsiyle vedalaşır, bazen kurban kesilir, gelin son defa olmak üzere evinin her tarafını dolaşır. Gelin alayı, kadınlı erkekli birlikler halinde güvey evine doğru yola çıkınca çalgılar çalınır, oyunlar oynanır.

EVLİLİK TÖRENLERİ

Evlenmelerde alışılagelen kurala göre biri kız, biri oğlan evinde olmak üzere iki düğün yapılır. İlk düğünü kız tarafı, ikinci düğünü erkek tarafı yapar. Kına gecesi gibi yalnız kadınlar arasında yapılan törenlere erkekler, erkekler arasında yapılan törenlere de kadınlar katılmaz. Gelin, duvağa girdikten sonra düğün töreninin yapıldığı yere getirilince ortaya alınır. Başına, varlıklı kimseler para, yoksullar darı veya buğday serperler. Darısı başına deyimi bu töreyle ilgilidir. Tören bitip de gelin ile güvey başbaşa kalınca gelin yüzünü açmaz, güveyden hediye ister, bunun üzerine güvey, geline para veya altın verir. Kayınvalide ve kayınbaba ilk el öpüşte bağışta bulunurlar.

Evlenme törenlerinde her bölgenin geleneksel oyunları olan halay, horon, tamzara, bar, zeybek adı verilen mahalli oyunlar oynanır, kemençe, davul, zurna, tulum, tef, çalpara gibi çalgılar çalınır. Düğüne katılanlara yemek çıkarılır. Törenler yapılırken kızın yakın komşuları, tanıdıkları, arkadaşları, akrabası kendisine ev için gerekli hediyeler sunarlar. Gelin, gerdekten bir gün önce ve bir gün sonra bölgenin inançlarına göre kadınlar arasında yapılan özel bir törenle hamama götürülür. Gelin, evliliği başladığı ilk günden yedinci güne kadar ana, baba ve aile büyüklerine görünmez, yedinci günü eşi ve eşinin birkaç yakınıyla baba evine gider.

Evlenme törenleri ve gerdeğin cuma akşamları yapılması bir gelenek halini aldığı için, gelinin baba evini ilk ziyareti de perşembeye tesadüf eder. Gelin, gerdekten çıkıp konu komşuyla görüşmeye başlayınca kundakta bulunan tanıdık çocuklarının en küçüğü kucağına konur ve hayır dualar edilir.(vikipedi)