Fotoğraf Afrika'daki açlığı çok net ve acı bir biçimde vurguluyor. Bu küçük afrikalı çocuk bir kilometre öteki Birleşmiş Milletler yardım kampına yürürken artık açlıktan bitap düşmüş. Daha da kötüsü arkasında onun ölmesini bekleyen bir akbaba var... Fotoğraf 1994 yılında Somali'de Amerikalı bir gazeteci olan Kevin Carter tarafından çekilmiş ve Kevin Carter bu fotoğraf ile "Pulitzer ödülünü" kazanmış. Hikayenin en acı tarafıysa Kevin Carter Somali'den dönünce bir süre bu çocuğu araştırmış fakat bulamamış. Orada gördüklerinden çok etkilenen Amerikalı gazeteci bir süre sonra derin deprosyana girmiş ve 3 ay sonra hayatına son vermiş.

15 Ekim 2009 Perşembe

HAT SANATI'NIN TARİHİ

HAT SANATI'NIN TARİHÇESİ

Hazret-i Muhammed’den (s.a.v), Kuran-ı Kerim’in toplanmasından sonra, İslam dininin bilime verdiği özel önemin etkisiyle, çok sayıda katip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek mimarlık, bezeme gibi önemli sanat kolu olmuştur.
Bu yazının ilk biçimi olan ve adını Kufe kentinden alan köşeli karakterli kufi “Ümmü’l-Hutut” (Hazret-i Ali’nin “kufi” hattı bulduğu söylenir) yazısının yerini IX. yüzyıldan sonra aklam-ı sitte almaya başladı. Aklam-ı sitteyi oluşturan muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve rıka adlı altı temel yazıda yuvarlak çizgilerin hakim olması hattatlara büyük kolaylıklar sağlayarak hat sanatının ufkunun gelişmesine yol açtı. Bağdatlı hattat İbn Mukle aklam-ı sitteyi belli kurallara oturttu. Bunun için kalemin ucuyla yapılan noktayı, standart bir elif harfini ve daireyi ölçü olarak kabul etti. Onun yolunda yürüyen İbnü'l-Bevvab yazıyı estetik bakımdan biraz daha ileriye götürdü. Son Abbasi halifesi Mustasım'ın saray hattatı Yakut-ı Mustasımi harflerin yapısına ayrı bir güzellik getirdi. Yakut'un ölümünden sonra hat sanatı İran ve Türk hattatlarının elinde gelişmeye ve güzelleşmeye devam etti. İranlı sanatçılar aklam-ı sitteyi kendi anlayışlarına göre yazdılarsa da, genelde Yakut'un üslubundan ayrılmadılar. Oysa yazının estetik bakımdan çok eksikleri vardı.
Bunu gidermeyi Osmanlı hattatları başardı. XV. yüzyılda II. Mehmed'in (Fatih Sultan Mehmed Han) ve oğlu II. Bayezid'in hattatlığını yapan ve Osmanlı-Türk hattatlarının babası sayılan Şeyh Hamdullah aklam-ı sitteye o zamana değin ulaşılamayan bir güzellik ve olgunluk getirdi. X VII. yüzyılda yaşayan Hafız Osman da Şeyh Hamdullah'ın eksiklerini tamamlayarak yazıyı güzelliğinin en üst doruğuna ulaştırdı.
XI. yüzyılda ortaya çıkan talik yazı yalnız İran'da kullanıldı ve XIV. yüzyıldan sonra yerini Nestalik'e bıraktı. Bu yazıda Ali Herevi ve İmad-ı Rum gibi ünlü İranlı hattatlar diğer ulusların sanatçılarına yol gösterdiler. Daha sonra Osmanlılarda da Yaseri Mehmed Esad ve oğlu Yaserizade Mustafa İzzet ile Sami Efendi gibi nestalik ustaları yetişti. Emeviler döneminden beri maliye ve tapu kayıtlarının tutulduğu siyakat Osmanlılarda da aynı amaçla kullanıldı. Kendine özgü harfleriyle bu, ancak bilenlerin okuyabildiği bir yazı idi. Divani ve celi divani ise Osmanlı hattatlarının oluşturduğu yazılardır. Bunlar Divan-ı Hümayunda ve Bab-ı Ali kalemlerinde kullanılarak gelişti.
Hat sanatında bir yazının irisi celi adını alır. Celi yazı da gene Osmanlılarda, XIX. Yüzyılda Mustafa Rakım'ın elinde gelişti ve olgunlaştı. Küçük yazılara hurde, daha küçük olanlara gubari, bütün harfleri birbirine bağlayarak yazılan yazıya müselsel denir. Kuralları kırılarak yazılan yazıya şikeste (kırık) adı verilir. Bir sözcüğün harflerinin ya da bir cümlenin hece ve sözcüklerinin güzel bir görünüm oluşturmak amacıyla birbiri üstüne bindirilmesine istif denir.
Sultanların imzası olan tuğralar ise, tuğrakeş adı verilen kimseler tarafından hazırlanmaktaydı. Sultanların mührü niteliğindeki tuğraların, doğal olarak her sultanla birlikte, biçimi ve metni değişmekte, böylece zengin bir tuğra dizisi elde edilmiş bulunmaktadır. Tuğralar, fermanlarda, anıtsal yapıların girişlerinde ve gerekli diğer bölümlerinde sultanların simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fermanlardaki tuğraların tezhipli örneklerini bugün başta İstanbul olmak üzere müzelerde rastlamak mümkündür.

TEKNİĞİ:
Hat sanatında harflerin yazının türüne göre biçimlendirilmesinde temel alınan birime nokta denir. Nokta yazının yazılacağı kalemle konur ve eniyle boyu aynı olur. Başka bir deyişle nokta, kenar boyu, yazılacak yazının harf kalınlığına eşit bir karedir. Her yazı türünde tek tek her harfin baş, gövde, kuyruk vb gibi bölümlerinin uzunluğu, burun, kaş gibi kıvrımlı yerlerinin açıklığı, üst üste ve yan yana konan belli sayıda nokta ile saptanmıştır. Böylece her harfin genişliği, yüksekliği ve boyu, kalınlığı ile oranlanmış olur. Bu nedenle bir yazının daha iri ya da daha ufak boyda harflerle yazılması yalnızca harf kalınlığını değiştirir, harflerin biçimini etkilemez.

ARAÇ ve GEREÇLERİ:

KALEM: Hatta kullanılan en önemli araç kalemdir. Bunlar başlıca; kamış kalem, kargı kalem, tahta kalem ve demir kalemdir.
KAMIŞ KALEM: Kamış kalemler genellikle koyu kestane rengindedirler. Sarı, alaca ve benekli olanları da vardır. Irak, İran, Cava ve Hind nev'ileri meşhurdur. En serti Cava ve en makbulü İran ve Irak kalemleridir.
KARGI KALEM: Celi yazılar için kargı kalemler kullanılır. Kargı kalemler, kamış kalemlere göre daha kalındırlar. Fakat bunların kalınlıkları arttıkça, parmak arasında idareleri zorlaştığından, ince saplı tahta kalem kullanılması tercih edilir.
TAHTA KALEM: Ihlamur veya gürgen ağacından istenilen kalınlıkta yontularak yapılır. Sap tarafı, parmaklar arasında rahatça tutmağa ve hareket ettirmeğe elverişli olmalıdır. Tahta kalemin birkaç çeşidi vardır. Bir kısmının yalnız ortasında çatlağı bulunur. Bir kısmında ise, çatlağın iki tarafından kalınlığa göre iki veya daha fazla yuvarlak delikler bulunur. Kalem ağzı çok enli ise, bu deliklerden çatlağa giden ince yollar açılır. Mürekkep, deliklerde toplanıp yollardan çatlağa, buradan da ağıza akar.
DEMİR KALEM: Nesih gibi ince yazılarda, kalemin ucu çabuk bozulmamak ve muhtevası zengin bir eserin başından sonuna kadar kalemin kalınlık ve keskinlik ayarını muhafaza etmek için, çelik kalem uçları, ağızları bileği taşından istenilen kalınlıkta bilenerek kesimi ayarlandıktan sonra, kamış kalemin ucuna takılarak kullanılır.
MAKTA: Kamışın ucu önce elde yontulduktan sonra makta üstüne konup kalemtraş denen bıçakla kesilir. Makta, eni ekseriye 2-3 cm, boyu 15-20 cm, kalınlığı 1-2 mm kadardır. Kalem kesilecek tarafında, kalem yatağı veya kalem yuvası yahut hane-i kalem (= kalem evi) bulunan bir altlıktır; fildişi, boynuz, ya da kemikten yapılır.
MÜREKKEP: Yazı genellikle, is, zamk, su ve daha başka katkı maddelerinin katılmasıyla hazırlanan siyah mürekkeple yazılır;
HOKKA: Mürekkep hokka içinde saklanır. Camdan başka pişmiş topraktan, metalden, çeşitli ağaçlardan hokka yapılabilir. Kalem sokulduğunda uç dibine vurup bozulmasın diye hokkanın içine lika denen bir tutam ham ipek konur. Mürekkebin akıcı olması, rengini solmadan uzun süre koruması gerekir.
KAĞIT: Yazı da kağıtta önemli rol oynar. Hattatlar, kağıtlara yazacakları yazının değerine göre kıymet verirler Kağıdın mürükkebi yaymaması, silinmeye elverişli olması, üstünde kalem takılmadan yazılabilmesi gerekir. Bunların sağlanması için kağıtlar aharlanır. Kağıtların Abadi, Semerkandi. Hatayi, İstanbuli, Buhara, Venedik vb. çeşitleri vardır. Yazıda kullanılan kağıtların rengi de çok önemlidir. Estetik bakımdan en çok beyaz, sarı, kırmızı, yeşil, mavi ve kahverengi renkleri tercih edilir.

HAT EĞİTİMİ:
Hat sanatı öğrenip hattat olabilmek için belli aşamaları olan sıralı bir eğitimden geçtikten sonra icazetname almak gerekir. Hattat adayının bir üstattan ders almasına meşk ya da meşketmek denir. Adayın kopya etmesi için üstadın yazdığı örnek yazıya meşk adı verilir. Başlangıçta harflerin tek tek yazılışları, sonra iki harfin birleşme biçimleri ve bunun kuralları öğrenilir. Ardından mürakkebat aşamasında ikiden fazla harfin birleştirilmesine geçilir. Bunun için genellikle önce uzunca bir kaside, sonra bazı ayet ve hadisler, dualar özlü sözler (kelam-ı kibar) yazılır. İcazetname ancak 5-6 yıl süren bir çalışmadan sonra elde edilebilir. Hattat adayının icazet almadan, yazdığı yazıların altına ketebe koymaya (imza atmak) hakkı olamaz.

HATTATLIK:
Hattatlar üç gruba ayrılırdı; Birinci grubu oluşturanlar okullarda yazı dersi veren meşk hattatlarıydı. Ama bunların arasında da çok ileri düzeyde olanlar bulunurdu. Yazma kitapları istinsah (kopya) eden ya da ısmarlama yazan hattatlar ikinci bir grup oluştururdu. Üçüncü grupta yer alanlar öğrenci yetiştiren ve özgün yapıt veren hattatlardır. Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Mustafa Rakım, Sami Efendi gibi çok ünlü hattatlar hep bunların arasından çıkmıştır. Bu tür hattatların bazıları hem Divan-I Hümayun, Enderun-I Hümayun gibi resmi dairelerde ve okullarda, hem de özel olarak ders verirdi. Ama gelenek gereği hiç biri para almazdı. Bu gelenek bugün de sürdürülmektedir.
Hattatlar arasında en kıdemli ve usta olana. Hattatların reisi (reisü'l-hattatin) adı verilirdi. Onun ölümünde yerine bir başkası geçerdi.

Türklerde Hat Sanatı

Hat sanatı Nebati harflerinden geliştirilen Arap yazısıyla vücuda getirilmiş bir İslamî sanat nev’idir. Sadece okuma yazma vasıtası olan bir takım basit şekillerden böylesine güçlü bir estetik ortaya çıkıvermesi İslam’ın bir mucizesidir. Bu dinin geniş sahalara yayılmasıyla bütün İslam ülkelerince de benimsenmiştir.

Önceleri Şam, Bağdat ,Kurtuba ,Kahire,Konya,Semerkant,Herat,Tebriz gibi taht merkezlerinde hükmünü sürdüren İslam devlet ve hânedanlarının devrinde (Emevî,Abbasî,Fatımî,Eyyubî,Selçuklu vb.) daima ilgi çekici bir sanat olarak görülen “Hüsn-ü Hat” Osmanlı devrinde ise bu bakımdan olduğu kadar estetik kudretiyle ve zirvede kalış müddetiyle de en üst seviyesine erişmiş “Türk Hat Sanatı” adıyla anılacak bir hüviyet kazanmıştır.

Türk Sanat Yazılarının Türleri:
Kûfi Yazısı:
Kufi denilen yazının en temelli karakteri geometrik olmasıdır. Kûfi’nin hangi çeşidi göz önünde bulundurulursa bulundurulsun, bu yazıda en çok göze çarpan şey,bütün mimarlık eserlerinde olduğu gibi, parçaların kanavayı meydana getiren parçacıkların dikey,yatay olmasıdır.Kûfi ,sülüs,nesih dediğimiz yazı türleri kadar yalınlaştığı bezemelerinden soyulduğu zaman bile bu geometriklik karakterini kaybetmemektedir.
Kûfî her şeyden önce geometrici bir zekânın doğurduğu bir yazı soyudur. Kûfî yazıyı 4 bölümde inceleyebiliriz.
1-Kûfî Nesih: Kûfî nesih kesiminde bölümünde bulunan bu yazı tipi İslam’ın ilk devirlerinden beri kullanılmakta olan ilkel şeklidir.Düz çizgilerine karşı eğri çizgileri çoktur.Bu tazının gövdesi çıplaktır,bezemelerle donanmış değildir. Bezemeli bir zemin üzerine de yazılmış değildir. En eski Arap Kur’anları bu yazı ile yazılmıştır.Bu türlü Kûfî , büyük Kûfî yazıları, Kûfî celileri gibi sivri uçlu bir aletle çizilmiş olmayıp kalemle yazılmıştır.
2-Kûfî Sülüsü:Bu kesimde bulunan Kûfî birincisine göre daha olgun ve daha girifttir.Burada doğru çizgiler, eğriler yenmiş durumdadır.Bu soy Kûfî nin Arap’larda olsun Türk’lerde olsun Kur’an surelerinin başlıklarını süsleme de kullanılmıştır.Yine Arap’larda, artık Türk’lerde de görüldüğü üzere,bu tip Kûfî hat; tahta,maden,ev eşyasını da oymalarıyla süslemektedir.
3-Kûfî Celîsi: Kûfî’ nin sülüs yazısı kesiminde bulunan bu yazı tipi,gövdesi en ileri,en olgun ve en çok organlaşmış olan tipidir.Yine bu tip Kûfî‘ nin bir yazı ve okuma aracı olmaktan çıkıp bir bezeme konusu olarak güzel sanata en çok giren tiptir.Ancak Kûfî’ nin bezemeleşmesi onu işleyen sanatçının,milletinin sanat anlayışına da bağlı kalmıştır.İşte Arap Kûfî ’si ile Türk Kûfî ’si arasındaki ayrılık bu gerçeği aydınlatmaktadır.
Kûfî Celisi Türk hattatlarının en çok üzerinde durdukları,işledikleri tiptir.Türkler bu yazıları mimarlık eserlerini güzelleştirmek için kullanmıştır.Hele Selçuklular bu yazıya mimarlık eserlerinde çok yer vermişlerdir.Osmanlılar ise Bursa’daki mimarlık eserlerinde bu yazının Türk anlayışına uygun olan şaheserlerini meydana getirmişlerdir.
4-Satrançlı Kûfî:Kûfî yazısındaki bu geometriklik karakteri sonuna kadar götürülünce salt dikey,yatay çizgilerden,karelerden oluşan bir yazı soyu meydana gelir ki bu yazıya eskiden Ma’kıli demişlerdir.Bu yazının özelliklerinden birisi düz çizgilerden oluşmasıdır.Özelliklerinden birisi de paralel kısımlar arasındaki açıklığıher yerde aynı olmasıdır.

Sülüs Yazısı:

Sülüs de Kûfî gibi İslam yazılarının ileri, en olgun kollarından biridir, belki de birincisidir. Hattatlık deyince sülüsün akla gelmesi de bundandır.Sülüs Yazısı 3’e ayrılır.
1-Nesih: Nesih,Sülüs türünün gövde oluşları bakımından en ilkel olan şeklidir.Nesih yazısının gövdesi,sülüs,celi tiplerine göre çok başlangıçtadır. Çok yalındır.Birçok harfin başları yoğunlaşıp gözsüz kalmıştır ya da büsbütün yok olmuştur. Bu gerileme gövdede olduğu gibi fizyolojide ,hareketlerde,duruşlarda da vardır.
Nesih yazısının güzelliği ancak çocukluk çağının güzelliğidir. Nesih çocuk gövdesi gibi tekerlektir, yumuşaktır , dayanıksızdır . O’ nda ne Sülüs’ ün gerginliği ne de Celi ’nin kuntluğu görülmez. Nesih yazısının kalemi zorlamayan, ona hep boyun eğen bir oluşu vardır . Doğum, büyüme,bocalama çağında olan her canlı varlık gibi...
2-Sülüs:Nesih ile sülüs yazıları arasındaki ayrılık büyüklük-küçüklük ayrılığı değil,anatomi, fizyoloji,psikoloji ayrılığıdır.Her iki yazı tipinin harf şekilleri birbirine benzemekle beraber yine de bu harfler arasında ayrılıklar vardır.Nesihte zülfesiz olan “elif”, “be”, “cim”, “kef” kolları sülüste hep zülfelidir. Nesihte kapalı olan “fe,kaf,vav” harflerinin gözleri sülüste açıktır. Nesih en çok, eğri ,kıvrık çizgilerden yalın ve kolay yazılır parçalardan oluşmaktadır.Sülüste ise bu çizgiler sertleşmekte,düzlüklere yer verir gibi olmakta,el hareketleri giriftleşmekte, güçleşmektedir.Bütün bunlar Sülüs’ ün gövde ve fizyoloji bakımından Nesih’ ten daha ileri ve daha olgun bir yazı tipi olduğunu göstermektedir.
3-Sülüs Celisi:Celi yazısı Nesih ve Sülüs yazılarına göre büyük yazı demektir.Bir yazının Celi olabilmesi için elde okumaya yetecek mesafeden daha uzak bir yerden görülebilecek kadar büyük yazılmış olması gerekir.Ancak böyle olması da yetmez.Çünkü Sülüs tipi yazı ile Celi tipi yazı arasında hiçbir biçim ayrılığı olmamakla birlikte, Sülüs yazısını olduğu gibi büyütecek olursak Celi yazısı olmaz.Nasıl ki çocuk fotoğrafının argandismanı büyük insanın fotoğrafı olmaz ise Sülüs’ ü de olduğu gibi büyütmekle Celi yazısını elde etmiş olmayız.
Nesih, Sülüs türünün çocukluk çağıdır. Sülüs, yine bu türün gençlik çağıdır. Celi ise bu türün olgunluk çağıdır. Organlar, gövdelerini Celi yazısında en son sınırlarına kadar yapmaktadır. Celi’ de en olgun bir gövdenin duruşlarını, bütün devinişlerini buluruz.

Talik Yazısı:
Talik’ in bütün şekilleri kuvvet,dayanıklılık,irade fikirleriyle yazılamayan;zaaf ile ,incelik ile, teslimiyet ile ifade edilebilen şekillerdir. Talik için yalnız bir tür güzelliğin kurulmasına imkan kalmıştır o da çizgilerin canlılık özelliğinden değil oranlarından uyumlarından yararlanmaktır.
Gerçekten Talik Yazısı her şeyden evvel bir uyum yazısıdır.Sanatkarın Talik şekilleriyle ifade etmek istediği bu çizgilerin, bu şekillerin oran ve düzgünlük uyumudur. Talik her şeyden evvel çizgilerin bir musikisidir. müzikte olduğu gibi Talik Yazısında da güzellik, o uyum ile çıkan sonsuz seslerin başarılı olan ve içten bir anlam ifade eden bileşimlerin önemi büyüktür.

Divanî Yazısı:
Divanî yazısı bütün varlığıyla öz Türk yazısıdır.Divanî, İslam yazılarının Kûfî,Sülüs türleri karşısında gerçekten başkalığı özelliği olan bir sanat yazısıdır.
Bu yazının anatomisi ,fizyolojisi,psikojisi,estetiği hep kendine özgüdür. Divanî bir Türk-İslam yazısı olmakla birlikte O’ nun diğer İslam yazıları karşısındaki ayrılığı hemen göze çarpmaktadır.
Divanî yazısı tam evrimi yapıp da klasik varlığını elde edinince şu özellikte ortaya çıkmıştır:
1-Nesih’ te dikey durumda olan kısımlar sağdan sola doğru eğilmişlerdir.
2-Nesih’ te yatay durumda olan kısımlar yukarıdaki kısımlara dikey olmak üzere sağdan sola eğilmişlerdir
3-Harfler öne doğru kırılmış,kendi üzerlerine katlanmışlardır.
4-“ha”, “sin”, “sad”, “ayın”, “kaf”, “kef”, “lam”, “mim”, “nun”, “ye” gibi harflerdeki çanaklar,tekneler,kuyruklar, Divanî yazısında soldan sağa doğru gerilemişlerdir
5-Harfler,kelimeler birbirlerine ulaşmışlar,birbirleriyle kaynaşmışlardır.
6-Divanî satırları hep birer bütündür.Harfler, kelimeler birbirlerine ulaşa ulaşa, aralarında hiçbir uzaklık bırakmayarak uzanıp giderler.Sona yaklaşınca da yükselmeye başlarlar yüksele yüksele biterler. Bu bitiş Divanî yazısındaki değerlere bir de yükselme değeri katar.

Rık’a Yazısı:
Rık’a öz Türk yazısıdır. İş yazılarının da en kolayı, en çabuk yazılanıdır.Nesih gibi,Divanî gibi,Rık’a’ nın da iş zoruyla kolaylık için çabukluk için aranıp bulunduğunda hiç şüphe yoktur.Rık’a’ da şekillerin bir çok ayrıntısı ihmal edilmiş, Zülfeler düşmüş,gözler kapanmış,buy arada “sin” harfinin dişleri dümdüz olmuş, ikili,üçlü noktalar birbiriyle birleşerek tek çizgi şekline gelmiş bir çok eğriler gerilerek düz çizgiler yahut kırılarak köşe halini almıştır .(alıntı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder