MİNYATÜR
Minyatür, Latince “kırmızı ile boyamak” anlamına gelen miniare kelimesinden türemiştir. Bir kitapta konu başlıklarını minium, yani sülyen ile belirginleştirmeye miniare denirdi. Zamanla metni süsleyen resimlere de minyatür dendi. İranlılar ve Türkler bu tarz resme “Nakış resim” veya “Hurde nakış” demişlerdir. En erken minyatür önreklerine III. yy’da rastlanır. Sasaniler döneminde Mani adlı bir sanatçı kendi yazdığı kitabını resimlemiş ve daha sonra onun yolunda giden bir çok öğrenci yetiştiriltilmiştir.
Bu sanatçılar Orta Asya ve Ön Asya’ya doğru yayılarak öğrendikleri sanat akımını da gittikleri yörelere götürmüşlerdir. İslam kültürünün, Türkler arasında yayılmasından sonra Selçuklu Türkleri minyatür sanatına önem vermeye başladılar. Bu dönemde Tıp, Botanik, Astronomi ve mekanik buluşları içeren bilimsel konulu eserler minyatür-lendirilmiştir. Bunlar arasında KİTAB AL-HAŞA’İŞ, MARİFAT AL-HIYAL AL-HANDASİYA, KİTAB EL, BAYTARA, VARKA ve GÜLŞAH, KELİLE VE DİMNE isimli yazma eserleri sayabiliriz.
Erken Osmanlı dönemine ait yazma eserlere örnek olabilecek Edirne Sarayı nakışhanesinde yapıldığı tahmin edilen KÜLLİYAT-I KATİBİ, DİLSÜZNAME ve İSKENDERNAME isimli eserler sayılabilir. Fatih Sultan Mehmet’in saltanat yıllarında İtalya’dan birçok sanatçıyı davet ederek portrelerini yaptırdığını bilmekteyiz. Bu sanatçılardan PAVLİ’nin öğrencisi SİNAN BEY’in çalışmalarında batı sanatçılarının etkisi görülür. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in gül koklarken yaptığı portresindeki elbisenin kıvrımları gerçekçi bir üslupla yapılmış gibidir
Yavuz Sultan Selim Tebriz seferinden dönüşte birçok sanatçıyı İstanbul’a getirmiştir. Bu sanatçıların yaptığı minyatürlerde daha sonraki dönemlerde kendini kuvvetle hissettiren doğu ekollerinin ilk örneklerini görürüz. Kanuni Sultan Süleyman’ın uzun saltanat yıllarında saray atölyesinde çeşitli minyatürlü yazmalar hazırlanmıştır.Bu dönemin ressamlarından Nigari Sinan Bey’den sonra portre ressamlığında en çok tanınan sanatçıdır. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşlılık yıllarında iki muhafızıyla bahçede dolaşırken ve Barbaros Hayrettin Paşa portreleri en tanınan eserleridir. Kanuni Sultan Süleyman döneminin bir başka önemli sanatçısı olan Matrakçı Nasuhi, Osmanlı ordusunun seferlerindeki şehir,kale, liman tasvirlerini gerçeğe yakın bir şekilde resimlendirmiştir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat seferini anlatan “sefer-i imkey-i” ve batı seferlerini anlatan “Süleymanname” isimli yazma eserlerdeki minyatürlerin bazıları plan veya harita gibi bazıları da Türk minyatür anlayışı çerçevesinde resimlendirilmiştir. Bir başka “Süleymanname” T.S.M.K.H. 1517′de kayıtlı olan Arifi tarafından yazılmış bir şahnamedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatının büyük bir kısmını anlatan eser, Türk minyatür sanatının en önemli örneklerinden biridir. 5 değişik sanatçı grubu tarafından hazırlanmıştır. Türk minyatür sanatı II. Selim ve III. Murat arasındaki dönemde en verimli dönemini yaşamıştır. Bu dönemde ordunun zaferlerini, elçi kabullerini, av sahnelerini ve bazı önemli olayların anlatıldığı “HÜNERNAME ve ŞEHİNŞAHNAME” gibi eserler saray nakışhanesinin yetenekli sanatçıları tarafından minyatürlendirilmiştir. 16.yy’ın önemli yazmalarından biride III. Murat’ın oğlu Mehmet için yaptığı 52 gün süren sünnet düğünü şenliklerini anlatan “SÜRNAME” isimli yazmadır. Bu eserde o günün sosyal hayatını ve Osmanlıların ekonomik gücünü gösteren yüzlerce minyatür vardır.
III. Murat’ın emriyle başlatılan ancak III. Mehmet’in himayesinde tamamlanabilen Hz. Muhammed’in hayatını anlatan “SİYER-NEBİ” isimli 6 ciltlik eser 16.yy sonunun en önemli eseridir. 17. yy’dan günümüze gelen önemli yazmaların başında Kalender Paşa’nın “FALNAME” isimli eseri, Tarihçi Nadiri’nin yazdığı “ŞAHNAME-İ NADİRİ” ve Taşkoprülüzade’nin “TERCÜME-İ ŞEKA’İK NU’MANİYE” isimli yazmalar gelir.
18.yy başının en güzel eserleri şüphesiz Levni’nin çalışmalarıdır. Sultan lll. Ahmet için hazırlanan “SURNAME” isimli yazmanın minyatürleri, o günün modasına göre giyinmiş çeşitli sosyal gruplara mensup kadın ve erkek portreleri ve Osmanlı Sultanlarının portrelerinin olduğu “SİLSİLENAME” isimli yazmanın minyatürleri Levni tarafından yapılmıştır. Levni’den sonra tek çiçek ve figür çalışmalarıyla Abdullah Buharı vardır.Levni’nin çalışmalarında kendini göstermeye başlayan Batı sanatı etkisi giderek diğer sanat dallarında olduğu gibi kitap sanatında da etkin olmaya başlar. Minyatür tarzı giderek yerini ışık ve gölgenin bir arada kullanıldığı çalışmalara bırakır. Kitap resmi önemini kaybeder. Batı sanatı etkisiyle yapılan yağlı ve sulu boyaların beğenilerek duvarlara asılması kitap resminin ömrünü tamamlamasına sebep olur. Günümüzde Minyatür sanatı diğer geleneksel sanatlarımızda olduğu gibi rahmetli Hocamız Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER’in büyük çabalarla yaptığı araştırmalar sonucu elde ettiği bilgileri öğrencilerine aktarmasıyla iyi yönde gelişme göstermeye başlamıştır. Bu atölye de yetişen hocaların nezaretin de yeni atölyeler kurulmuştur. Bu atölyeler de eski örneklerden esinlenerek yapılan çalışmalar olduğu gibi tamamiyle günümüz folkloründen, edebiyatımızdan ve klasik mimariden yola çıkılarak yapılan tasarımlar beğeni ile izlenir.
Minyatürü yapılacak konu tespit edildikten sonra konunun içeriğine göre en önemli kişi veya objenin merkez olduğu bir sistem içinde diğer elemanlar hiyerarşik bir düzende yerleştirilir. Işık gölge kaygısı olmadan anlatılmak istenen konudaki bütünlüğü bozmayacak şekilde tüm obje veya kişiler birbirini kapatmayacak düzende çizilir. Yardımcı motiflerle (ağaç, çiçek, dağ, yer bitkisi gibi) zenginleştirilir. Minyatür boyanırken eğer altın sürme olarak yapılacaksa parlatma sırasından boyaların bozulmaması için önce altın sürülür, parlatılır. Ufuk hattı denilen dağ, tepe gibi gökyüzü ile sınır teşkil eden bölümden başlanarak tercih edilen renklerle boyanmaya devam edilir.
Minyatür sanatıyla ilgilenen kişinin tezhib bilgisi, daha doğrusu tezhib tasarımı bilgisi mutlaka olmalıdır. Osmanlı Minyatür sanatının bütün güzelliği minyatürde kullanılan elbiselerin, çadırların, halıların, hatta duvarların tezhib gibi boyanmasındandır. Tezhibteki çarpıcı renklerin ve helezonik çizgilerin en kalıplaşmış minyatüre bile canlılık verdiğini görmemek mümkün değildir.
Bugün kullanılan malzemeler eskiye oranla çok çeşitlidir. Fakat kimyevi malzemelerden elde edilen boya ve kağıtların dayanma süresi sınırlıdır. Eski yazmaların günümüze kadar bozulmadan gelmesinin sebebi tamamiyle doğal malzemelerden yapılmış olmalarındandır. Bugün değişik Üniversite, özel kurumlar, kuruluşlar ve kişilerce minyatür dersleri verilmektedir. Bu eğitim kurumlarında çok iyi yönde olan sanatçılar yetişmektedir. Umudumuz bütün geleneksel sanatlarımızla birlikte çağdaş minyatür sanatımızın da dünya Kültür ve sanat platformunda gereken yeri almasıdır.
hat-tezhib.com(alıntı)
Türk Minyatür Sanatı
Türklerin resim Sanatına ilişkin ilk örnekleri Türkistan’da VII-IX. yüzyıllar arasına tarihlenen Manihelst ve Budist manastır duvarlarında soylular, rahipler, öyküler ve salt doğa konularını içeren freskler ve konusu Buda ve Mani dininin rahipleriyle ilgili kağıt ve kumaş üzerine yapılmış tasvirlerdir Zengin renk düzenlemesi, dalgalı çizilere duyulan ilgi, uzun örgülü saçlı, çekik gözlü, yuvarlak yüzlü figürler, gölgelerin vurgulanmasıyla elde edilen kumaş ve yüz oylumluması, kimi Zaman yüzün ifadesini vermedeki ustalık ve salt doğa görünümlerinde derinlik izlenimi uyandıran ayrıntılar Türkistan resimlerinin özellikleridir.
Anadolu Türklerinde resim Sanatına olan ilgi, Anadolu’da güç kazanan beyliklerin yöneticilerinin Sanat koruyucusu olarak varlığını göstermesiyle başlar. El yazmaları içinde yer alan ve günümüzde minyatür denilen bu Sanat faaliyeti çağında tasvir, resim ve nakış olarak Anadolu’da özellikle Selçuklular döneminde Konya’da XII. yüzyıldan başlayarak Sanat değeri olan kitaba ve resim Sanatına ilginin varlığı bilinmektedir. Hz. Mevlana’nın portresini yaptırması kaynaklarda belirtilen faaliyetlerdir. Kitap Sanatını koruyuculuğunu XIV. yy’da Karaman ve Germiyan beyleri, XV. yüzyıldan başlayarak da Osmanlılar yapmıştır.
Osmanlılar’ da padişahın yanı sıra vezirler, eyalet valileri, şehzadeler ve hanım sultanlar, yüksek rütbeli devlet adamları Sanatın koruyuculuğunu yapmış kişilerdir. Bu kişilerin zenginlikleri, ilgilerinin derecesi ve sonra sanatçının yeteneği üretilen eserlerin kalitesinde etkin rol oynamıştır. Osmanlılarda nakkaşhane denilen atölyelerin faaliyetinin XV. yüzyılın ilk yarısında Çelebi Sultan Mehmet, Sultan II. Murad ve devlet adamı Umur Bey’ in koruyuculuğunda Bursa’da yoğun olduğunu kanıtlayan örneklerin olmasına rağmen tasvirlerle ilgili örnekler henüz bilinmemektedir.
Osmanlı Devleti’nin imparatorluk haline gelmeye başladığı yıllardan sonra saray yönetimi, Osmanlı Saray teşkilatı içinde ehl-i hiref adı altında Sanatçı topluluğunu oluşturmuştur. Sarayın her türlü Sanat ve zenaat işlerini gören ve saraydan maaş alan bu topluluk imparatorluğun politik gücünün üst düzeye ulaştığı ve imparatorluk hazinesinin zengin olduğu dönemde kalabalık bir kadroya sahipti. Ehl-i hiref teşkilatı içinde katipler mücellitler ve nakkaşlar adı altında bölükler oluşturulmuştu. Türk minyatür Sanatı devletin bünyesinde olan eser verme geleneğini 19.yy’a kadar devam ettirmiş ve imparatorluğun çöküğü ile yeni akımlar durmuştur. Günümüzde ise geleneksel sanatların yaşatılması ile oluşan faaliyetler çerçevesinde yürütülmektedir.(alıntı)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder