South Dakota, ABD
Beyaz adam yeni kıtaya ayaklarını basmadan çok ama çok önce, Kızılderililer veya daha yerinde bir tanımla Amerika`nın yerlileri bu kıtanın topraklarında yaşıyorlardı. Avrupalılar geldiklerinde sadece kıtanın kuzeyinde yaklaşık 10 milyon yerli bulunduğu tahmin ediliyor. Kıtanın ilk sahiplerinin, son buzul çağında yani bundan 20-30 bin yıl önce, o zaman kara bağlantısı bulunan kuzeybatı Sibirya`dan Alaska`ya geçtiklerine inanılıyor. Kızılderililerin İngilizcede Indian olarak adlandırılması ise Christopher Columbus `un Amerika`yı keşfinde yaptığı büyük yanılgıya dayandırılıyor. Columbus 1492`de yaptığı keşfin farkına varmamış ve Amerika`yı İngilizcede India olarak adlandırılan Hindistan`ın bir parçası zannetmişti.
16ıncı ve 17inci yüzyıldan itibaren Amerika`ya gelmeye başlayan Avrupalılar Kızılderililer tarafından başlangıçta ilgiyle karşılandılar. Çoğu kez bu beyaz tenli ziyaretçilere şaşkınlıkla ve hayranlıkla karşılamışlardır. Onlara ilginç gelen bu adamların sadece garip giysileri, sakalları ve kanatlı gemileri olmamış, sahip oldukları mükemmel teknolojide (çelik kılıçlar, toplar, takılar, aynalar, bakır ve pirinç kaplar...) onları çok etkilemiştir.
Ancak çıkar kavgaları hemen baş göstermeye başlamıştı bile. Avrupalılar yeni dünyaya ayak uydurduklarını düşünüyorlardı, ama ritimden ve doğanın uyumundan bihaberdiler. Doğa Avrupalılar için bir engel, bazen düşmandı. Onun uyumun ruhu olduğunu fark etmemişler ona bir eşya gibi bakmışlardı. Orman metrelerce kereste, bir kunduz kolonisi bir sürü post demekti. Ve yerliler, yerlilerde bile onlar için bir kaynaktı. Ayrıca Avrupalılar beraberlerinde sadece yeni kıtayı fethetme ve üzerindeki zenginlikleri elde etme isteğini getirmemiş, yerlilerin o güne dek tanımadığı ve bağışık olmadığı birçok hastalığı da beraberlerinde getirmişlerdi. Doğanın düzeni kısa sürede altüst olmuştu. Çok geçmeden Kızılderililer Avrupalıların küstah kültürü ile; onların toprağa ve üzerinde yaşayan hayvan ve bitkilere materyalist bakışı ile tanıştılar. Sonuç olarak Avrupalıları hasta amaçlarına ulaşmak için ustaca yapılmış şeytani alet ve silahlara sahip ruhsuz-mekanik yaratıklar olarak görülmeye başladılar.
Yerlilerle sayıları her geçen gün artan istilacılar arasındaki çatışmalar büyüyordu. Bütün bunların yanında Avrupalılar yerlileri toprağa bağlı olmayan göçebe topluluklar olarak görüyorlar, bu da onların bu topraklara sahip çıkma isteğini daha da cesaretlendiriyordu. Çatışmalar Kızılderili Savaşları (Indian Wars) olarak adlandırılan bir dizi katliam ve dönemin Başkan`ı Andrew Jackson tarafından alınan kararla Kızılderili Tehcir Hareketi (Indian Removal Act) ile sonuçlandı. Savaşlar boyunca yerli kabileler sayıca azlıklarının, gelişmiş silahlarının olmayışının ve bir araya gelememenin dezavantajlarını yaşadılar. Ve çatışmalar 19.yüzyıl sonlarında sona erdi. 1890 daki son büyük çatışma Kızılderili savaşçıların, Kızılderili kadınların ve Kızılderili çocukların Birleşik Devletler süvarisi tarafından topluca öldürüldüğü Wounded Knee, South Dakota`da gerçekleşti ( vahşetin son perdesi {final spasm of ferocity}).
Batıya hareketin uçsuz bucaksız tarihi sonsuza dek lekelenmiş, açgözlülüğün ve hainliğin, kahramanlığın ve acının kayıtları bir süre için daha sona ermişti. Bu drama ve trajediyi unutulmaz yapan ise, ne yazık ki yine Amerikan olması idi.
Serdar Ölez
Bu derleme Native Americans web sitesi sayfasından derlenmiştir.
(alıntı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder